30 Ağustos 2012 Perşembe

Tren yolculuğu üzerine ve Avrupa'nın unutulmaz tren güzergahları (1)

Selam!! Bu yazıda özellikle Interrail ve Balkan Flexipass tarzı Avrupa'da uzun süreli ücretsiz tren ulaşımı sağlayan kombine kartlara sahip arkadaşlar için Avrupa'daki gezilerim sırasında tecrübe ettiğim ve hafızamda yer eden, mutlaka yapılmalı dediğim tren yolculuklarından bahsedeceğim. Hoş insanlar genelde trenden indikten sonra gezmeye görmeye başlıyorlar. Ve bazı sabırsızlar "Hadi artık varalım şu Marsilya'ya" diyerek kafayı koyup uyumaya başladıklarında kaçırdıkları muhteşem Fransız Riviera manzarasından mahrum kalabiliyorlar. İlk olarak biraz tren yolculukları ile ilgili görüşlerimden bahsetmek istiyorum.

Demir yolu ulaşımı gerçekten "gurme" gezginlerin veya "fakir" interrailcilerin tercih ettiği ve birçok ülkede de kara yoluna göre daha uzun süren bir ulaşım çeşidi. Özellikle Doğu Avrupa'daki bazı tren yolculukları (Belgrad-Sarajevo) arabayla 5-6 saat sürebilecekken trenle gittiğinizde 8 saati bulabiliyor. Aynı zamanda yine Doğu Avrupa'da, çoğu klimalarla teçhiz edilmiş otobüsler yerine, cam açık şekilde "püfür püfür" seyahat etmiş oluyorsunuz tren yolculuğunu seçerseniz. Ve arada güneşin rahatsız ediciliğine de maruz kalabiliyorsunuz. Ama tren yolculuğunu farklı kılan ve diğer ulaşım yöntemlerine tercih edilmesini sağlayan hususu merak ediyorsanız bir şişe şarabınız ve yanında 3 biranızla çıkacağınız, her gün Berlin Hbf.'den 18.13'te kalkan, 12 saatlik Berlin-Budapeşte yolculuğunu tecrübe etmeniz yeterli.

Vagonlar, insanlara otobüs ve araçlarda sahip olamadıkları mobiliteyi sunar. Kendi kompartmanınızdaki veya başka kompartmandaki insanlarla kaynaşma fırsatı verir; zira 12 saat boyunca karşılıklı oturduğunuz "kompartmandaşınızın" kim olduğunu merak edersiniz. Ayrıca sizin gibi gezenti interrailcılar görünce "aynı yolun yolcusu" olduğunuzu hatırlayıp iki lafın belini kırmak, karşılıklı tüyo alışverişi yapmak için onlara "salça" olabilirsiniz. Tren yolculuğunu bir yere ulaşım aracı olmaktan çok bir sosyalleşme alanı olarak görmek gerekir. Tren goygoydur, içkini, suyunu, trene binmeden yolluk olarak aldığın bir euroluk hamburgerini paylaşmaktır bazen. 12 saat boyunca suratına baktığın kompartmandaki 5 insanın herbiriyle ilgili birer öykü uydurabileceğin bir "götürgeç"tir tren. Tek başladığın interrail gezini 5 kişiyle bitirmeni sağlayabilir; çünkü yolculuk sonunda illaki bazıları hostel ayarlamış ve diğerlerini kendi hostellerine davet edip bu goygoyu şehre de taşımaya ikna etmiş olabiliyor.

Tren: Bir amaç mı, araç mı?

Evet, tren bir araç olmanın yanı sıra bir amaçtır da dedik. Ne kadar haklı olabileceğimi sadece tek bir güzergahtan örnekleme yaparak açıklamak isterim. Dünyanın en büyük ülkesi olan Rusya Federasyonu'nun başkenti Moskova'nın Yaroslavskij tren istasyonundan başlayıp bütün Sibirya'yı batıdan doğuya keşfedip Moğol bozkırlarını aşarak Pekin'e varmanızı sağlayacak yaklaşık 9000 km'lik Trans-Manchurian Express... 7 günlük bu tren yolculuğunu yapmak her babayiğidin harcı değildir. 7 gün boyunca hayatınızın odağında tek bir kelime var düşünsenize "tren". Tren tekerleri raylarla sevişirken siz kondüktorün semaverinden 20 rubleye aldığınız 15. çayınızı içerek Sibirya taygalarını seyrediyor olmanın huzurunu yaşıyorsunuz. Artık kendinizi trene o kadar kaptırmış oluyorsunuz ki; Pekin'e gelindiğinde "Nerdeyim ben, niye buraya geldim?" şeklinde "eblemeler" yaşayabiliyorsunuz. Çünkü dünya üzerinde aralıksız 7 gün "ulaş"arak bir rekoru kırmanın da bazı bedelleri olabiliyor. Ha daha uzununu 6312.km'deki makastan doğuya Japon Denizi'ne devam ederek gerçekleştirebilirsiniz. Rusya'nın geçmişte askerleri ve bürokratları sürgüne yolladıkları Moskova'dan 9500 km uzakta bulunan Vladivostok'a ulaşmak için... Ama genelde bu yolculukta amaç Pekin'e varmaktır ve turistler de bunun bilincinde olarak güneye giderler. Bu yolculuk gerçekten güçlü bir mp3 database'i gerektirse de yemekler için çok tedbirli olmaya gerek yok. Çünkü İstanbul-Ankara arası ulaşım süresi kadar yol gittikten sonra 30-40dk'lık, Jekaterinburg, Krasnoyarsk, Irkutsk gibi büyük terminallerde ise saatlerce mola verilebiliyor. Çünkü makinistler de insan ve değişmek zorunda, tıpkı bazı vagonların trenden gövdesinden ayrılarak kendilerini bekleyen, başka yere giden lokomotife takılmalarının gerekliliği gibi. Dolayısıyla sizin universam'a (süpermarket) gidip birçok gıda alışverişi yapma fırsatınız olabiliyor. Ama Trans-siberia'nın raconu, peronda dolaşan "Babuşka" diye tabir edebiliceğimiz yaştaki teyzelerin taşıdıkları torbalardaki armut, elma, soğan, ekmek ve mısırlarla bu universamlardan alıp getirdiğiniz sofranızı zenginleştirmektir. Ben hiç "Trans-siberia'ya çıkıp açlıktan öldü." diye bir haber görmedim gezi sitelerinde :)

Dostluk (Filia) Express İstanbul-Selanik

Avrupa'ya geri dönecek olursak ülkemizden başlayan Interrail yolculuklarının, aynı şekilde heyecanlı interrailcilerin hayallerinin başlangıç noktası Sirkeci tren istasyonundan başlayan Dostluk (Filia) ekspresi denen İstanbul-Selanik trenidir. Son dönemlerde Türkiye'ye Avrupa yönlü tren seferlerinin durdurulduğu söylense de (Sofya'dan İstanbul'a gelmenin tek yolu Sofya'dan trenle Kapıkule ordan otobüs :s ) bu "efsan" tren yolculuğu interrailinizin ne kadar macera yüklü ve çetin geçeceğinin sinyallerini verir. Türk Trakya'sının ayçiçek dolu, bereketli düzlüklerini aşıp Edirne'deki Meriç Nehri'nin üzerinden geçtiğinizde artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiğinizi yeni anlıyorsunuz. Nitekim 10 dakika sonra tren durduğunda Türk polisi odanıza gelip pasaportları toplayıp damgalatıp yaklaşık 1 saat sonra geri getirecektir. Siz de bu süre zarfında trenden inip bir sigara yakıp vatanınıza son bir kez bakma fırsatına erişiyorsunuz. Aynı işlem gece 02.00 sularında vardığınız Yunan sınır şehri Pythion'a geldiğinizde Yunan polisi tarafından tekrarlanıyor. Bu noktada Selanik'ten, İstanbul'daki ile aynı saatte kalkan trenin gelmesini bekleyebiliyorsunuz bazen birkaç saat boyunca. Çünkü burada makinistler trenleri değiştirerek evlerine dönüyorlar. Gece 04.00 gibi uyuklamanın dibine vurduğunuz bir sırada Yunan Makedonya'sına resmi girişin yapıldığını müjdeleyen trenin ilk silkinmesi ile yüzünüzde yorgun bir tebessüm canlanıyor. Saat 05.00 gibi artık yorgunluktan uyuduğunuz için Aleksandroupoli'yi pas geçebiliyorsunuz. Ama sabah erken saatlerde yüzünüze vuran Yunan güneşi uyanmanıza sebep olduğunda Komotini'ye çoktan varmış oluyorsunuz. Kayalık Rodop Dağları'nın arasında Komotini, Xanthi ve Drama derken saat de 11.00'i bulmuş oluyor. Siz sıcaktan ne yapacağınızı şaşırıp "Allah'ım nereye düştük" diye düşünerek pamuk tarlalarını seyrederken kondüktörün kendi odasında zulalayıp el altından sattığı biralar imdadınıza yetişiyor. Muhabbet, sohbet derken saat 14.00 sularında Selanik'e varıyorsunuz.

Bu yolculukta dikkat edilmesi gereken önemli bi nokta var: 2010'da bu yolculuğa çıkarken bize bu güzergahta eş zamanlı ve karşılıklı olarak iki tren çalıştığını, ve dolayısıyla Sirkeci'den kalkan trenin bir gün Yunan bir gün ise Türk treni olduğunu söylemişlerdi. TCDD treninin içinde camları kapalı ve klimalı şekilde yatan insanları Pythion'da makinist değişimi yapılırken gördüğümde kesinlikle bu yolculuk için bir gün feragat edilip Türk treni beklenmeli diye düşündüm. Size tavsiyem bi gün de bekleyecek olsanız aceleniz yoksa Türk trenini bekleyin.

Belgrad (SRB) - Bar (MNE)

Doğu Avrupa'nın kalesi Belgrad'dan Karadağ'ın  Adriyatik şeridinde yer alan liman şehri Bar'a yakın tarihte yaptığım yolculuğu da en unutulmaz tren yolculuklarım arasında sizle paylaşmak istiyorum. Özellikle Interrail ve Balkan Flexipass sahiplerinin, "Balkanların Monaco'su" olarak tabir edilen Budva ve Kotor'a yapacakları yolculuk için binmek zorunda oldukları yaklaşık 10 saatlik bu tren yolculuğu kimilerine angarya gelse de yola çıktığınızda fikrinizin değişeceğinden adım gibi eminim. Bu yolculukta tavsiye edeceğim en önemli nokta "biz interrailcıyız rezervasyon da neymiş?" diye 3 euronun hesabını yapmamanız ve yerinizi rezerve etmeniz; zira özellikle yaz aylarında Sırplar eski alışkanlıkları olan Karadağ'a inme sevdalarından hala vazgeçmemişler ve trenler diğer interrailcıları da hesaba katarsak full çekiyor ve ayakta bile yer bulmakta zorluk çekiyorsunuz.

Gelelim güzergaha... Adriyatik Riviera'sında bulunan ve birçok kola sahip Dinar Alpleri yolculuğun özellikle Karadağ kısmında inanılmaz manzaralar sunar yolcularına. Tren raylar üzerinde yavaş ve gürültülü bi şekilde ilerlerken siz sağınızda ve solunuzdaki muhteşem manzaranın tadını çıkarıyorsunuz. Tren, metrelerce uzunluktaki viyadükleri ve tünelleri birer birer aşarken adeta uçuyormuş hissine kapılırsınız. En uzun molanın verildiği Podgorica durağında yanınızda eşyalarınızı emanet edebileceğiniz biri varsa aşağı inip hemen peronda bulunan "burek"çiden 1 euro'ya doyurucu bir börek almanızı tavsiye ederim. Zaten yolun Podgorica'dan sonraki bölümü sanki roller coastera binmişsiniz havasında geçer. Siz "metrelerce yükseklikten 0 metreye nasıl inecek bu tren" diye hesap yaparken bu muhteşem manzaraya bir de deniz ve karşı taraftaki dalmaçya kıyılarına özgü adacıklar da renk katacaktır. En nihayetinde Bar şehrinin tren istasyonuna vardığınızda güzel sahilleri bulunan Budva'ya 1, Kotor'a 1,5 saatlik bir otobüs yolculuğunuz kalmıştır...

İlerleyen günlerde bu konudaki yazıma Talgo Express, Zagreb-Zürih-Cenevre, Norveç Fiyordları ve Helsinki-Lappland güzergahlarından bahsedeceğim. Arada başka sıkıştırmalar da yapabilirim.

30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun. =)



21 Ağustos 2012 Salı

Avrupa'da türk ehliyeti ile araba kullanma sorunsalı

Evet arkadaşlar, bu yazıda başlıktan anlaşılacağı üzere sahip olduğumuz ehliyetlerle ve Türkiye'de kayıtlı olan arabalarla yurtdışında nasıl seyahat edebileceğimizin cevabını vermeye çalışacağım kendime göre.

Öncelikle Türk ehliyetinin uluslararası geçerliliğinin sağlanması dendiğinde akla ilk olarak Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu gelmekte. Yani teoride bu kurumdan, istediğiniz zaman 2 fotoğraf ve sürücü belgenizle gidip, ücretini ödeyerek (300TL) aldığınız, bir yıl süreyle uluslararası geçerli olan Beynelmilel Sürücü Ehliyeti ile 200'e yakın ülkede araç kullanma hakkına sahip oluyorsunuz. Ayrıca Türkiye'de kayıtlı aracınız ile bu seyahati gerçekleştirmek isterseniz de aynı kuruma başvurmanız gerekmekte. Bunun için de size bir yıl geçerli Uluslararası Taşıt Belgesi ve geçerlilik süresi ödediğiniz ücrete göre değişen Uluslararası Trafik Sigortası (Green Card) verecekler. Bu belgeleri 2010 yılında Balkanlara yaptığım gezi sırasında edinmiştim. Çok kuyruk olmasa da beklemiştim bayram öncesi olduğu için. Açıkçası, Pazarkule Hudut Kapısı'nı geçtikten sonra belgelere bakan Yunan polisi dışında bu işten çok da haberdar olan bir yabancı polis olmadı. 8 günlük gezide sınır kapıları dışında bizi çeviren tek polis belgeleri anlayacak kadar İngilizcesi olmayan Makedon polisi idi; ben de açıkçası kendisiyle anlaşamamak için iyice salağa yattım. Hal böyle olunca dökümanların içinde ehliyete en benzer olan Türk ehliyetimi ve uluslararası ehliyette bu belgeyi tanıyan ülkelerin kısaltmalarının yazıldığı sayfada bulunan "MK" imini göstererek yoluma devam ettim. Yalnız, "Şöyle bir Kosova'yı görelim" diye Üsküp'ten yola çıkıp 1 saat sonra Kosova'nın sınır kapısına vardığımızda bir sürprizle karşılaştık. Kosovalı kıl gümrük polisi belgede Kosova'nın tanındığını gösteren herhangi bir ibareye rastlamadığını ve yabancı ehliyetle girmek isteyen her yabancı uyruklu vatandaş gibi bizim de 40 Euro karşılığı "ülkeye" giriş yapabileceğimizi söyledi. Biz de restimizi çekip tıpış tıpış "Makedonya'mıza" geri döndük.

Buraya kadar yazılanlar birazcık canınızı sıkmış olabilir; zira hesaplanacağı üzere kendi arabanızla yurtdışında kafanıza göre gezmek biraz maliyetli gibi gözüküyor. Ama şimdi yazacaklarım biraz yüreklere su serpebilir. Almanya, Fransa, İspanya, İtalya gibi Batı Avrupa ülkelerinde cebinizdeki Türk ehliyeti ile giriş yaptığınız günden itibaren 6 aya kadar araç kullanabiliyorsunuz (Test edildi, onaylandı. ;) Herhangi bir polis kontrolüne rastlamasam da araç kiraladığım Europcar ve Sixt firmalarının yetkilileri bu bilginin doğruluğunu onayladı. Keza Almanya'da danıştığım bilumum akraba, dönerci ve nargileci esnafa göre de bu gerçek. Tatmin olmayıp "O araba kiralayan kapitalist şirketlerin amacı zaten arabayı kiralamak, senin ehliyetinin geçerli olup olmaması onları çok da bağlamaz." demeyin çünkü ehliyetinizle ilgili bilgileri zaten aracı kiralama süresi içerisinde elinize verecekleri arabanın sizde olduğunu gösteren bir kağıt parçasına işliyorlar. Yani onlar açısından da bu akdin bağlayıcılığı var. Bu şekilde AB ülkeleri içerisinde herhangi bir problem çıkmadan 6 ay boyunca ehliyeti kullanabiliyorsunuz. Serbest dolaşım uygulaması sebebiyle farklı ülkelerde es kaza denk gelebileceğiniz kontrollerde de bir problem olabileceğini zannetmiyorum. Zaten bu bilgileri araç kiralama firmasında çalışan personelden de öğrenebilmeniz mümkün. 6 aylık geçerli olma olayının Rusya'da da mevcut olduğu Rusya'da araba kiralayan arkadaşlardan gelen bir bilgi.

Şimdi gelelim "6 ayı geçersek ne olacak?" sorusunun cevabına. Zaten 6 aydan uzun süreli ikametler için oturma izni belgesi almanız gerekiyor. Bu şey ehliyet ebatında pvc'msi bir şeyle kaplı bir belge. AB ülkelerinde pasaport yerine de geçiyor. Bunun başvurusu yabancılar dairesinden yanlış hatırlamıyorsam 100 Euro karşılığında yapılıyor. Bu ek bilgiyi bir kenara bırakırsak 6 ayı geçen oturumlarda Alman Polisi sizden yeni bir ehliyet almanızı istiyor. O da biraz "ölme eşşeğim, ölme!" dedirtecek cinsten, çünkü orada ehliyet prosedürü Türkiye'dekinden çok daha çetrefilli. Hem sarf edeceğiniz enerji açısından, hem de maliyet açısından bayağı pahalıya patlıyor.

Bu bilgiler ışığında tekrar "paralı uluslararası sürücü ehliyeti yaptırmak akıl karı mı?" sorusuna cevap verecek olursak, naçizane bilgim şu yönde. Yunanistan bu belgeyi sizden istiyor (6 Ay şartı koşmadan). Yani İpsala'dan veya Pazarkule'den Yunanistan'a girerken torpidoda beynelmilel ehliyetinizin bulunması lazım. Rüşvet, keyfi uygulama ve "işini bilme" olayının kol gezdiği Doğu Avrupa ülkelerinde "kesin bu belge gereklidir" diyemem (az önce bahsettiğim Kosova hariç) ama dediğim gibi polis kafasına göre kıllık çıkarıp gerekli olmayan bir belgeniz yok diye ceza kesmeye çalışabiliyor. Elinizde polisi korkutabileceğiniz güçlü bir kanıt olmasını isterseniz ve 6 aydan fazla yurtdışında kalma durumunuz varsa bu belgeyi alın.

Türkiye'deki ruhsatlı aracınızı yurtdışında kullanmanızın maalesef ehliyet gibi beleş bir metodu yok. Bunun için yukarıda bahsettiğim belgeleri Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu'ndan edinmeniz gerekecek.

Herkese iyi bayramlar diliyorum, kendinize iyi bakın.




17 Ağustos 2012 Cuma

Selam, Hello, Hallo, Salut, Привет, Ciao, Hola, Γεια σας

Selammm. İlk yazımda sizlere kim olduğumdan, neler yaptığımdan ve bu blogumu açma nedenlerimden bahsedeceğim. Öncelikle şunu vurgulamak istiyorum, bugün normal şartlarda 10.15'te AHL'ye inmesi gereken, içinde arkadaşımın bulunduğu New York uçağı 2.20 saat rötar yapmış olmasaydı, belki de bu blogu hazırlamak başka bir bahara sarkacaktı; zira ben kendisini karşılamak için çoktan metrobüse atlamış olacaktım. Yani tamamen kader kısmet işleri...

Neyse efenim, ben Ergin Asil. 23 yaşındayım. İstanbul'da oturuyorum. "Eşek bağlasalar" mezun olur dedikleri Boğaziçi İşletme 4. sınıf öğrencisiyim. Bundan daha önemlisi ve gurur verici olanı ise 2008 Kadıköy Anadolu Lisesi mezunu olmam. Diğer insanlara nazaran çok ekstrem özelliklerim yok. Belki önemli bir nokta şu olabilir, arkadaşların yalancısı olaraktan yabancı dillere karşı bir yeteneğim olduğu bilimsel olarak kanıtlanmasa da söyleniyor. İngilizce, Almanca, Rusça, Fransızca ve derdimi anlatacak kadar Yunanca biliyorum. Ayrıca biraz Rusça, biraz Sırpça karışımı ile Yugoslav bir vatandaşa karşı sarf ettiğim "tarzanca" cümleler, beni gören ve Yugo olmayan insanlardan "Abi, sen Boşnak mısın?", "Sırpça'yı nerde öğrendin?" gibi sorular gelmesine neden oluyor. Yurtdışında bazı bazı İspanyol zannedilsem de açıkçası orta boylu, esmer bir Anadolu insanıyım. Sokakta, eskiden "amca" derdik ne olduysa birden şimdi "dayı" dediğimiz, aslında tanımadığımız orta ve ileri-orta yaşlı insanları ilgilendiren bir husus da Giresun Şebinkarahisarlı olmam. Ey "dayılar" oturun blogumu okuyun da otobüslerde, parkta, vapurda olur olmaz, neden sorulduğuna bir anlam veremediğim şu "nerelisin?" sorusunu sormayın. Neyse "dayıları" kızdırmadan yazıya devam edelim.

Kim, ne, nerede gibi tek cevaplı soruları geçip neden sorusunu cevaplandırılması gerektiğinin farkındayım. Evet, neden bu blogu açtım, beni gaza getiren şey ne oldu, yazılarımda ne gibi konulara değineceğim? Aslında Erasmus'tan döneli 1 hafta olmadı daha ve birçok kişi bu blog'un bazılarının yaptığı gibi Erasmus anılarının bir derlemesi olacağını düşünebilir. Ama öyle olmayacak çünkü Erasmus'tan daha fazlasını Almanya'ya Erasmus'a gitmeden önce yaşamıştım zaten. 14 yaşından beri düzenli olarak çeşitli ülkelere siz deyin turistik, ben diyim kültürel birçok gezi yaptım. Kimisinde tek başıma sefere çıktım, kimisinde bir veya iki arkadaşımla - tek gezmemden asosyal olduğum veya bütün gezi boyunca kimseyle vakit geçirmediğim anlaşılmasın yalnız. Bu konularda arkadaş çevremde otorite kabul edilme noktasına geldim; zira kim ne zaman nereye gidecek olsa hangi şehre gitmesi, neleri görmesi ve ne gibi şeylere dikkat etmesi gerektiğinin bilgisini benden alırdı. Kendi arkadaş çevremin dışında da ablamın ve annemin arkadaşları, arkadaşların arkadaşları ve çeşitli ortamlarda bir araya geldiğim insanlar da benim bu konudaki birikimlerimden yararlanmak istediler. Ben de herkese daha efektif ve kapsamlı bilgi vermek adına önümüzdeki zamanlarda, okul ve çalışma temposunun izin verdiği sürece buradan gezdiğim ülkeler, yaptığım yolculuklar ve diğer birçok bilinmesi gereken şeyler hakkında bilgiler paylaşacağım. Yazdıklarımda bazen başımdan geçen olayları, bazılarında ise tamamen bir gezi sitesi tadında objektif bilgilendirmeye dayalı bir üslup takınacağım. Yazacağım yerlerin büyük çoğunluğu gezdiğim yerler ve yaptığım aktiviteler olacak ama bazen de kağıt üzerinde çok araştırmasını yaptığım ama gidemediğim, ama "Sor söyleyeyim" diyebilecek kadar bilgi sahibi olduğum konulara da değineceğim. Kesinlikle, buralara yazdığım şeylerde kimseye bir şey ispat etme derdinde değilim. "Yazdıklarım edebi açıdan nasıl olmuş, sofistike arkadaşlarım bu yazılara ne der?" diye hiçbir kaygı gütmeden, kimseyle yarış içersine girmeden sadece "bazı insanlara faydası olur ve bu kadar gezme boşa gitmez" diyerek vicdanımı rahatlatmak için yazıyorum. Benden daha kültürlü olanınız da vardır, daha çok gezmişiniz de, daha çok bileniniz de. Ben bildiğim kadarını yazıyorum. =)

Belki kendisi hatırlamaz "öyle mi yapmışım" falan der ama; ablamın arkadaşı Nazlı'ya, beni bu blog konusunda "gaza getirdiği" için teşekkür ederim. Ne kadar gezilerin çoğunu kendim finanse etsem de bana bu gezileri yapmam konusunda yaşattıkları maddi ve manevi refah sebebiyle aileme, ayrıca sağa sola gezmeye gitmem konusunda beni teşvik eden ve gezdiğim yerleri benim de masada olduğum akşam yemeklerinde çevredeki insanlara öve öve anlatan patronum Serdar Olak'a teşekkürü bir borç bilirim. En kısa zamanda yeni yazımla karşınızda olacağım. Arriverderci!