15 Kasım 2012 Perşembe

Hosteller Üzerine

Eveet, gelelim gezilerimiz için çok önem arz eden bir konuya: Hosteller... Birçoğumuz için pek de yabancı olmayan bir şey hostel kavramı. Ama yine de ne olduğu konusunda temel bir tanımlama yapmaktan geri kalmayalım. Hosteller daha çok "backpacker" diye tabir edebileceğimiz limitli bütçelerle gezmeye çıkan, lüks ve konforu ikinci plana atmış, maceraperest insanların tercih ettiği bir konaklama müessesesidir. Bu müesseseler, dünyanın dört bir yanından şehre gelen turistlere, odayı diğer turistlerle paylaştıkları bir konaklama imkanı sunarlar. Özellikle kimilerinin "bitli"  diye tabir ettiği interrailciler tarafından sıklıkla tercih edilen hosteller, bu yüzden temizlik konusunda insanların önyargılarına maruz kalsa da, günümüzde bu kötü imajından sıyrılıp orta, hatta ileri yaştaki "budget traveller"ların da tercih ettiği bir konaklama çeşidi olmuştur.

Son 15 yılda dünyadaki globalleşme süreci ve ulaşımın ucuzlamasına paralel olarak hostellerin gerekliliği ve sayıları da çok büyük artış göstermiştir. Ünlü hostel portalı "hostels.com"a göre oteller, moteller ve tatil köyleri dışında dünya genelinde aşağı yukarı 35000-40000 civarında hostel bulunmaktadır. Ülkemiz, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'ya kıyasla hostel konusunda yapılan atılımlara nazaran biraz geri planda kalsa da son zamanda bu işin karlılığı konusunda yapılan fizibilite çalışmaları, yukarda tanımladığımız "backpacker"ların ülkemize ziyaretlerinin arttığını ve ülke genelinde bu yönde bir talep olduğunu müjdelemektedir . Şu an Taksim, Galata, Sultanahmet gibi İstanbul'un gözde turistik mekanlarında birçok hostel bulunmaktadır. Hosteller, sadece İstanbul ile sınırlı kalmamış, Türkiye'nin turist çeken diğer tatil merkezlerinde bir konaklama alternatifi sunmaya başlamıştır gezginlere.

Bir müessese olarak hostellerin yapısına bakalım biraz da. Hosteller şehrin çekiciliğine ve şehre gelen turist sayısına paralel olarak bir gecede ortalama 50-60 kişi ağırlayacak şekilde dizayn edilmiştir. Hosteller, Avrupa'da genellikle apartman katı olarak çıkıyor karşımıza. Hostel sahibi şehrin ana caddelerinden birindeki bir apartmanın 2-3 katını birleştirerek, farklı büyüklükteki odalara farklı sayıda yataklar koyarak farklı talepleri olan ucuzcu backpackerlara konaklama imkanı sunuyor. Bazen komple bir bina olarak da çıkıyor hosteller karşımıza. Bölgesine göre nadiren de müstakil 2-3 katlı bir villa olarak da. Hostellerin ağırlama mantalitesini yansıtan "shared rooms" az önce bahsettiğim tanımadığınız insanlarla birlikte konakladığınız bir oda türü. Bunlar çok büyük 15-20 kişinin kaldığı "dorm" adı verilen koğuşlar şeklinde müşteriye sunulmakta ve fiyatları oldukça düşük olmaktadır. Burada hostelin size sunduğu bir odadan ziyade yataktır. Bunun dışında hostellerde "8-bed shared room", "6-bed shared room", "4-bed shared room" gibi çeşitli oda tipleri de bulunmaktadır. Mantıken odanızı paylaşmak zorunda kalacağınız insan sayısı azaldıkça oda için ödemeniz gerek meblağ artıyor. Bu odalarda çoğunlukla "dorm"lardaki gibi ranzalar var. Bunun dışında hosteller, grup halinde gezen gezgincileri de unutmamış. Bu söylediğim "shared room"ları hosteller "private room" olarak da müşterilere sunabiliyor. Yani siz 5 tane tanıdığınızla birlikte "6-bed shared room" kapattığınız zaman burası bir nevi sizin "private room"unuz oluyor. Hostel portallarında ayrı bir bölmeden odanızı "private" yapma şansınız da mevcut. Ancak tabii ki eğer 3 kişiyseniz 6 kişilik bir odayı kapatmanız için geri kalan 3 kişilik parayı da vermeniz gerekmektedir. Onun dışında, hostellerde "zengin" backpackerlar için "single room" or "double room" seçenekleri de sunmaktadır. Otellere göre çoğu zaman daha ucuz oluyor bir hostelin "single room"unda kalmak.

Tuvalet ve diğer temizliğine önem verdiğimiz konularda söyleyeceklerim ise şunlar. Hosteller insanlara daha çok "budget accommodation" sunduklarından bazı noktalarda müşteriye sundukları olanaklar kısıtlı olabiliyor. Bunlardan biri de tuvaleti ve duşları diğer misafirlerle paylaşmak. Genelde her katta, o kattaki misafirlerin ortak kullandığı bir tuvalet ve duş tesisi bulunur. Olanaklar biraz daha gelişmiş ise her "shared room"a bir tuvalet ve duş düşebilir ve bu durumda da maliyet biraz artabilir. Açıkçası, tuvaleti başka insanlarla paylaşmaktan ziyade tuvaletin temizliğidir turist için önemli olan ve tuvaleti geldiğinde boş bulabileceği bir tuvaletin olması da tabi ki. Bazı durumlarda her kata bir tuvalet, bir duş konulduğunda sıra olma durumu oluyor ve müşterilerin reviewlarında en çok şikayet ettikleri noktalar da tuvalet konusu oluyor. Onun dışında çarşaf, nevresim takımı gibi malzemeler check-in yaptığınız sırada resepsiyonist tarafından genellikle ücretsiz olarak size sunuluyor. Siz bunları yastığınıza vs. geçiriyorsunuz ve çıkarken de hostel misafirlerden bu çarşafları yatakta çıkarmanızı istiyor. Bunlar her chek-out'tan sonra yıkanarak diğer müşterilerin kullanımına sunuluyorlar. Şahsen ben bu "Bed-Linen" dediğimiz çarşafların parayla satılmasının müesseseyi küçük düşürdüğü kanaatindeyim. Bunun dışında ekstradan havlu sağlanabiliyor ama bunlar çoğunlukla paralı. Bu bölümde saydığım bu materyallerin temizliği çok önemli. Ayrıca duşlarda şampuan, diş macunu, hatta lens solüsyonu bile görmüşlüğüm vardır ki, böyle ufak noktalardır bende bir hostelin imajını yükselten.

Peki başka neler var hostellerde? Hosteller konsept olarak çoğunlukla genç yaşta ve tek başına gezen  insanların tercih ettiği bir konaklama çeşidi olduğundan "sosyalleşmek" ve hostelin düzeni önemli şeylerdir. Genel olarak, resepsiyon ve odaların dışında insanların ortak vakit geçirebilecekleri bir lounge, mutfak hatta bir bar bölümü bile olabilir bir hostelin. Bu ortak kullanıma açık loungelarda DVD'den Monopoly'ye, gezi kitaplarının bulunduğu minik bir kitaplıktan, play station'a, iskambil kağıtlarına kadar çeşitli olanaklar bulunur. Buranın dizaynının da dinamik ve gençleri kaynaştırmaya  uygun şekilde yapılmış olması hostel için bir artıdır, zira birçok insan hostel seçiminde hostelin atmosferine, lokasyon kadar çok önem verir. Ben de dahil birçok gezgin, yalnız başına başladıkları birçok geziyi buralarda tanıştığı insanlarla tanışarak, vakit geçirerek, şehri birlikte keşfe çıkarak ve hatta gezi planlarının geri kalan kısmını birlikte planlayarak tamamlarlar.

Hostelin barı çok da gerekli olmamakla beraber en azından insanların ortak alanda birlikte bir şeyler içmek için bira vs. alabilecekleri bir buzdolabının olması hostelin dolaylı yoldan elde edeceği hasılat açısından önemli bir kalem.

Yukarıda saydığımız özellikler dışında hostellerde misafirlerin, check-out yapsalar dahi bavullarını bırakabilecekleri ücretsiz bavul saklama odaları bulunmaktadır. Anahtarları genelde resepsiyonda durur ve siz bavulunuzu bırakıp kapıyı kitledikten sonra anahtarı resepsiyona teslim edersiniz. Birçok insan giriş çıkış yapsa ve sizin bavulunuzu götürme şansı olsa da şu ana kadar benim başıma herhangi bir olay gelmedi.

Hostele geldiğinizde sizi ilk karşılayacak olan kişi otelden farksız olarak resepsiyonisttir. Bu kişi sizin kaydınızı yaptıktan sonra size hostelin özelliklerinden ve nimetlerinden bahseder, odanızı gösterir. Hostel resepsiyonu tıpkı otellerdeki gibi 24 saat çalışmaktadır. Hostelin kurumsallığına göre resepsiyonist resepsiyon masasının yanına bir çekyat sererek akşam uykuya dalabilir ama bu demek değildir ki bir misafir geldiğinde kapalıyız veya şu an hizmet veremiyoruz. Hostel personelinin ingilizce bilmesi, güler yüzlü olması ve müşterilerden gelebilecek her türlü soruya cevap bulabilmek adına bölgeyi çok iyi bilmesi oldukça önemlidir. Bazen insanlar gerçekten de o şehre gelirken yolda internet bulamadıklarından o şehirle ilgili pek de bir araştırma yapmadan gelirler hostele ve bu noktada da tek yardımcıları hostel resepsiyonisti olur genelde. Dolayısıyla, hostel resepsiyonistinin buradaki işlevi misafirin eline bir harita sıkıştırıp onu geri yollamaktan ziyade ona şehirle ilgili bazı püf noktalardan bahsetmektir.

Hostelin lokasyonuna gelecek olursak, bu benim çok önem verdiğim bir konu. Hosteller genelde şehrin merkezine, turistik bölgelere veya tren istasyonuna yakınlıklarıyla övünürler. Hosteller, çeşitli portallarda kendi tanıtımlarını yaparken çoğunlukla "şehrin tam göbeğinde" tarzı ifadeler kullansalar da gerçekte bunun öyle olmadığını görüyoruz. Burda şehrin tam göbeğinde olmaktan ziyade bence önemli olan toplu taşıma araçlarına yakınlıktır.

Güvenlik konusunda ise hosteller son zamanlarda çeşitli adımlar atmışlardır. Hostellerin birçoğunda kamera sistemi mevcuttur. Bunun dışında müşterilerin çoğunlukla depozito karşılığında kiraladıkları kasalar da mevcuttur hostellerde. Bu kasalar bazen odalarda, bazen de resepsiyon çevresinde olur. Onun dışında odalarda çantanızı ranzanın altına veya yanınıza koyduğunuzdan açıkçası hırsızlık olaylarına karşı korunaksız bir durum söz konusu olabiliyor. Şu ana kadar 40'a yakın hostelde kalmış biri olarak sadece parfümüm çalındı bir kere.

Gelelim bu insanların hostellere nereden ulaştığına. Portal, portal dedik ama içeriğinden bahsetmedik. İnternette www.hostelbookers.com ve www.hostelworld.com gibi internet sitelerinde insanlar seyahat edecekleri şehirleri, kalma sürelerini girerek o şehirde, o tarihte konaklamaya müsait olan hostellerin listesini çıkarabiliyorlar. Bu listeleme yapılırken "shared room" fiyatı, "private room" fiyatı, rating ve kaç kişinin hostel hakkında feedback verdiğini görebiliyorsanız. Bir hosteli gözünüze kestirip tıkladığınızda ise o hostel hakkında daha önce o hostelde kalmış insanların yorumlarına ulaşma şansına sahipsiniz. Onun dışında da hosteldeki oda tipleri, fasiliteler ve lokasyon ile ilgili de bilgi sahibi olabilirsiniz. Hosteli beğenip rezervasyon yapma kısmına girdiğinizde ise kredi kartı bilgisi vs. istiyorlar sizden. He unutmadan: bazı hostellerde "female only" veya "mixed" sadece kızlara yönelik veya karışık şeklinde ibareler de var oda çeşitlerinde. Böyle durumlarda rezervasyon yaptırırken sistem sizden cinsiyetinizi de soruyor. Neyse, ödemeyi yapma aşamasına geldiğinizde hostel sizden konaklama ücretinin 10%'i olan depozitoyu istiyor. Ödemeyi kesinlikle hostel'e giriş yaparken, yerel para ile yapıyorsunuz ve hostellerin çoğunda kredi kartı geçmiyor. İnternetten ödemeyle ilgili bir problem yaşamadım şu ana kadar, zaten aldıkları sadece 10% olduğundan çok da bir şey değil. Burda önemli olan bir nokta da iptal etme şartları. Genelde 24 veya 48 saat öncesine kadar mail yoluyla rezervasyonunuzu iptal edebiliyorsunuz. Rezervasyon iptalinde ödemiş olduğunuz depozitoyu hiçbir şekilde geri almanız mümkün değil ama geri kalan hostel ücretini ödemiyorsunuz. 24 saatten daha kısa bir zaman kala yapılan iptallerde ise olay tamamen resepsiyonistin inisiyatifine kalmış. Bazı durumlarda kendinizi acındırmayı başarabilirseniz resepsiyonist sizden, hostel hakkında iyi review yazmanızı rica ederek rezervasyonunuzu iptal edip kredi kartınızdan paranızı çekmiyor.

Peki iyi bir hostel nasıl olmalı? Konakladığım onlarca hostel arasında akılda kalan, bir hosteli iyi bir hostel ve tercih sebebi yapan şeyin ne olduğunu soracak olursanız. İlk olarak, az önce belirttiğim bu lens solüsyonu, diş macunu gibi şeyler akılda kalıcı oluyor. Yani bir hostel eğer standarda kalitede standard bir konaklama sunuyor olsun ama böyle ufak şeyler hostele artı değer katıyor. Ayrıca, mutfakta kahve, kahvaltılık (corn flakes) vs. gibi şeylerin olması da önemli. Sorunsuz bir Wi-Fi, bilgisayar erişimi de önemli.

Bir hostelin imajını kötü yönde etkileyecek ve reviewlarda şikayetlerin en çok geldiği noktalar ise resepsiyonistin güleryüz eksikliği, yetersiz olması, hostele ulaşma konusunda yaşanan zorluklar ve sokaktaki signların hosteli bulmada yetersiz kalması, tuvalet ve duşun az sayıda olması gibi şeyler sayılabilir.

Hostel hakkında söyleyeceklerim bu yönde. İnsanlarla aynı odayı paylaşmak başta biraz rahatsızlık verici gibi gözükse de insan tanımak açısından oldukça güzel bir şey. Başka hiçbir şekilde gezme mantaliteleri ve amaçları sizinkiyle uyuşan, sizin yaşlarınızda bu kadar insanı bir arada görmeniz, tanıma şansı bulmanız mümkün değil. Bence güzel bir tecrübe. Otele vereceğiniz parayla, hostelde tanıştığınız arkadaşlarınızla bira için, bence daha iyi :D



  

14 Ekim 2012 Pazar

Sırbistan - Belgrad

Bu haftaki yazımda, bulunduğum Avrupa şehirleri arasında benim için özel bir yere sahip olan Belgrad'dan bahsetmek istiyorum sizlere. Daha önce 5 kez bulunduğum Belgrad, Sırbistan Cumhuriyeti'nin başkenti olup Tuna ve Sava gibi iki büyük nehrin kesişim noktasına kurulmuştur ve Balkanların stratejik açıdan en önemli kentlerinden biridir. Şehir, 1 milyonun üzerindeki nüfusuyla Sofya ile birlikte Balkan coğrafyasının en büyük iki kentinden biridir ve eski Yugoslavya'nın da en büyük ve önemli şehridir.

Sırbistan ve Belgrad - Kısaca Anlayalım

Sırbistan ve Sırplar birçoğumuza göre geçmişleri pek de parlak olmayan, milliyetçi hatta faşist bir devlet ve millet imajına sahiptir. İnsanların gözünde bu imaja sahip olmalarının altında özellikle 90'lı yıllarda Srebrenica'da yaptıkları katliamlar, Kosova konusuyla ilgili agresif ve "dünya barışıyla" (NATO'nun dayattığı dünya barışı) bağdaşmayan tavırları yatmaktadır. Ancak bu marjinal ve başına buyruk hareket son dönemde daha ılımlı siyasete bırakmıştır yerini. Belgrad halkı 20 yıldır süregelen ayrılıklar, eski Yugoslavya devletleri ve etnik unsurları arasındaki sürtüşmeler, güneyde Arnavut Kosova'sı ile yaşanan sorunlar yüzünden birçok acılar çekmiştir.

Aşağı yukarı 7,2 milyonluk bir nüfusa sahip Sırbistan'ın önemli kentleri arasında başkent Belgrad, Niş, Novi Sad, Kragujevac ve Novi Pazar'ı sayabiliriz. Ülkenin kuzey kısmındaki Vojvodina eyaleti ülkenin geri kalan kısmına göre demografik açıdan farklılık taşır, zira bu otonom eyalette ülke genelinde egemen çoğunluğa sahip Sırplar'ın dışında önemli sayıda bir Macar populasyonundan söz edebiliriz. Ülkenin güneybatısında adı Novi Pazar şehriyle özdeşleşmiş Sandjak bölgesi Boşnak Müslümanlar'ın yoğun olarak yaşadığı bölgedir. Aslında Sırplar genel olarak bu bölgeye karşı bir önyargı güderler. Onlara göre insanların Sandjak bölgesinden gelmeleri onları alt sınıf statüsüne sokmak için yeterlidir. Ayrıca Sırplar, Kosova konusundaki taviz vermeyen duruşlarını her ne pahasına olursa olsun gerek diplomatik olarak gerekse sınır bölgesinde Arnavut Kosovalıları ile sıcak çatışmaya girerek göstermişlerdir.

Para Durumları

Sırbistan'ın para birimi dinardır (RSD) ve 1 EUR aşağı yukarı 120 RSD yapar. Her köşede bulunan dövizcilerde (Menjachnica) gönül rahatlığıyla döviz işlemlerinizi gerçekleştirebilirsiniz. Akşam belli bir saatten sonra ise sadece oteller ve tren istasyonundaki dövizciler açık oluyor. Belgrad, diğer Sırp şehirlerine nazaran daha pahalı olsa da İstanbul'a göre ucuz. Yemek ucuz, konaklama ucuz, ulaşım ucuz, içki ucuz, sigara ucuz... =) (1 kutu Marlboro = 160 RSD, 1 kutu Jelen bira = 80 RSD, 10 parça çevapi 220 RSD)

Belgrad'a Ulaşmak

Bu girizgahtan sonra asıl konumuza geri dönelim. Öncelikle "Belgrad'a nasıl gidilir?" ile başlayalım. Sırbistan'a vizeler son dönemde iki tarafın da inisiyatif almasıyla karşılıklı olarak kaldırılmıştır. Yani mavi pasaport sahipleri 90 güne kadar vizesiz ziyaret edebilirler Sırbistan'ı. Belgrad'a İstanbul'dan uçakla 1 saat 20 dakikada ulaşabilirsiniz. İstanbul'dan direkt uçuş sağlayan firmalar THY ve JAT'tır (Jugoslovensko Aerotransport). Ekonomik olmayı her zaman rahata tercih eden benim tercihim her zaman JAT oldu. THY'den çoğu zaman en az 100 TL daha uygun oluyor. Bir diğer yol ise kara ulaşımıdır. İstanbul'dan E-80 otoyolunu kullanıp Filibe-Sofya-Pirot-Niş-Belgrad otobanı vasıtasıyla aşağı yukarı 1000 km'lik bir yolculuk sonrası Belgrad'a ulaşırsınız ki bu yolculuğun Pirot-Niş arasındaki kısmı mükemmel manzaralara şahitlik etmenizi sağlar. Ben gerçekten hayatımda bu kadar güzel bir yolculuk yaptığımı hatırlamıyorum. Niş Nehri gittiğiniz yolda size sağ tarafınızda eşlik ederken sağ ve solunuzda yükselen heybetli dağlar, uzun ve karanlık tüneller unutulmaz bir sürüş keyfi verir yoldakilere. Güzergahın bu kısmı dışındaki yollar orta kalitede otobanlar olup çok şeritlidirler. Bir diğer yol ise demir yoludur, ancak eskiden her akşam Sirkeci Garı'ndan kalkan Belgrad treni bakım çalışmaları sebebiyle askıya alınmış durumda ve Avrupa yönlü trenler Edirne'yi geçtikten sonra başlıyor maalesef.

Belgrad Havalimanı (Aerodrom Nikola Tesla) şehrin batı kısmındaki Surçin kasabasında bulunmakta ve Belgrad'a otobüsle 40 dk. uzaklıktadır. Her yarım saatte bir kalkan 72 numaralı otobüsün son durağı şehrin merkezindeki Zeleni Venac'tır. Havalimanından şehre ulaşmanın bir diğer yolu da taksidir ve aşağı yukarı 13-15 Euro tutar şehir merkezine gitmek. Telefon etmek suretiyle yerel taksi kuruluşlarına ulaşabilirsiniz. Bunlarla ilgili numaraları havalimanındaki turist bilgilendirme standından edinebilirsiniz. Yoldan çevirdiğiniz herhangi bir taksi sizi dolandırıp fahiş fiyatlara şehir merkezine götürebilir, dikkat!

Şehir İçi Ulaşım

Toplu taşımaya da değinmek istiyorum biraz. Şehirde maalesef metro sistemi yok ve toplu taşıma otobüs, trolleybüs ve tramvay aracılığıyla sağlanıyor. Bizdeki gibi elbil sistemi gelmiş Belgrad'a da. Durak civarlarındaki gazete büfelerinden (kiosk) bu elbilleri 40 dinar karşılığında alabilirsiniz. Tek yolculuk için kartınıza yükletmeniz gereken tutar 60 dinar. Havalimanı otobüsü için sanırım çift bilet parası alıyorlar. Şoföre danışmanız lazım. Toplu taşıma araçlarına bindikten sonra elbilinizi aracın önünde ve arkasında bulunan otomatlara okutmanız gerekmektedir. Son dönemde toplu taşıma ihale yoluyla özel bir şirkete (Busplyus) devredilmiş ve eskisine göre daha sık kontroller görülmeye başlanmıştır. O yüzden ya biletinizi alın ya da durağa yaklaşmadan durağa şöyle bir bakıp üniformalı biri var mı yok mu diye kontrol edin. Onun dışında şehrin her yerine toplu taşımayla ulaşabilirsiniz. Şehrin turistik yerleri yaya olarak da görülebilir aslında. Bu arada Batı Avrupa'da alışmış olduğunuz yaya geçidinde yayalara öncelik verilmesi gibi bir şart yoktur Belgrad'da. Şoförler kafalarına göre takılırlar bu hususta. Trg Slavija ve Zeleni Venac toplu taşıma için önemli iki aks merkezidir.

Oryantasyon ve Gezilecek Yerler

Belgrad, Tuna ve onun bir kolu olan Sava Nehirleri'nin kesişim noktasında bulunmaktadır. Tuna Nehri şehrin kuzeyinden kuzey batı istikametinde Budapeşte'ye doğru akarken Sava da batıya doğru yani Zagrep'e doğru yol alır. Sava Nehri şehri mimari ve algısal açıdan ikiye bölmüştür. Nehrin doğu kısmı şehrin asıl merkezi olup Eski Şehir (Stari Grad) olarak adlandırılmıştır. Tarihi eserler ve Osmanlı etkisi bu bölümde daha çok hissedilmektedir. Diğer yandan şehrin batı kısmı, efsanevi lider Tito'nun Belgrad'ı (Novi Beograd) olarak adlandırılan yeni şehirdir. Yugoslav Sosyalist Federasyonu zamanında inşa edilen bu kısım geniş caddeleri, yüzmetrelerce uzunluktaki yüksek, sevimsiz ve renksiz binalarıyla tipik bir komünist şehirleşme kesiti sunmaktadır bizlere. Şehrin yine batı kısmında özellikle Zemun bölgesinde (daha sonra değineceğim) Avusturya Macaristan İmparatorluğu'nun etkisi hissedilmektedir. Bu bölgede Osmanlı'ya ait hiçbir eser yoktur.

Evet, şimdi de şehri gezmeye başlayalım. Şehrin gezilecek görülecek yerlerinin çoğunun Eski Şehir kısmında bulunduğunu söyleyebiliriz. Şehrin merkezi birçok caddenin ve toplu taşıma aracının kesiştiği Slavija Meydanı'dır (Trg Slavija). Bu meydandan güney istikametinde Bulevar Oslobodjenja üzerinde 5-10 dakikalık bir yürüyüşten sonra solunuzda Balkanların en büyük kilisesi olan Hram Svetog Save'ye (St. Sava Church)'e ulaşırsınız. Özellikle güneş battıktan sonra gidilmesini öneririm, zira ışıklandırması gerçekten mükemmel. İçinde en son gittiğimde hala tadilat vardı. Sanırım bizim Marmaray projesi gibi inşaat süreci sürekli sekteye uğruyor politik çekişmelerden dolayı.

Şehrin üç önemli caddesi ise Ulica Kralja Milana, Terazije ve devamındaki, trafiğe kapalı Ulica Kneza Mihaila'dır. Kneza Mihaila Caddesi üzerinde ve buna bağlanan ara sokaklarda birçok cafe ve restaurant bulabilirsiniz. Bizim için İstiklal Caddesi neyse Belgradlılar için de Kneza Mihaila Caddesi de odur. Bu saydığım 1,5 kmlik üç caddeli güzergahı hiçbir yere sapmadan tamamladığınızda ise karşınızda parka benzer bir yeşil alan görürsünüz. Burası başlangıçta tipik bir park olarak algılansa da sağlı sollu sur parçalarını gördükten sonra anlıyor insan tarihi bir yere geldiğini. Burası Belgrad'ın kale kısmı olup orijinal ismi Kalemegdan'dır ve az önce söylediğimiz St. Sava Church ile birlikte Belgrad'ın en önemli iki turistik mekanından biri olarak gösterilir.

Belgrad Kale'si (Kalemegdan), 1500 yıllık bir geçmişe sahip ve birçok medeniyet tarafından kullanılmış olsa da şu anki modern haline kavuşması kaleye hakim olan son 3 medeniyet (Osmanlı, Avusturya Macaristan ve Sırplar) tarafından gerçekleşmiştir. Stambol Kapija (Saatli Kapı), Zindan Kapija, Despot's Kapija ve Karadjordjeva's Kapija olmak üzere dört kapı vardır kalenin iç kısmına açılan. Bu kapılardan geçip kalenin iç kısmına giriş yaptığınızda Belgrad'ın en anlamlı manzarası çıkar karşınıza. Buradan bütün şehrin panoramik görüntüsüne ek olarak tepeden Tuna ve Sava Nehirleri'nin kesiştiği noktayı da görebilirsiniz. Akşam vakti hava uygunsa bira alıp Sovyet tarzında inşa edilmiş ama üzerinde kapitalist markaların reklamlarının yerleştirildiği Tito'nun yüksek binalarının ardından güneşi batırabilirsiniz. Etrafınızdaki tarihi yapılanmaya bakarak geçmişte buralarda nelerin yaşandığını hayal edebilir, sanki her an bir süvari birliğinin bir taraftan üzerinize geleceğini düşleyebilirsiniz. Öyle de antik bir havası vardır Kalemegdan'ın. Kalemegdan'ın içinde Osmanlı dönemine ait birkaç türbe, Sokullu Mehmet Paşa çeşmesi ve hamam bulunmaktadır. Onun dışında Yugoslavya tarihinin anlatıldığı bir savaş müzesi de bulunmaktadır park içinde, gezmenizi öneririm.

Belgrad'ın Eski şehir kısmındaki en önemli yerlerden biri de Belgrad'ın en eski sokağı olan Skadarska Ulica'dır. Bu sokakta birçok sevimli turistik kafana, restaurant ve cafe bulunur. Turistik bir akşam yemeği yemek istiyorsanız düşünebilirsiniz. Yolu asfalt değil küçüklü büyüklü taşların rastgele serpiştirilmesiyle oluşmuş primitiv bir yoldur, o yüzden topuklu ile gezmek sorun çıkarabilir.

Ortodoks mezhebi için önemli kentlerden biri olan Belgrad'da St. Sava Kilisesi dışında da önemli kiliseler bulunur ki bunlardan biri hemen Kalemegdan'ın yakınındaki Belgrad Katedrali de denen Saborna Crkva'dır. Güzel bir akustiğe sahip bu kilisede küçük çapta müzik dinletileri yapılabildiği gibi kilise, pazar ayinleri için de önemli bir adrestir. Bunun dışında Bulevar Kralja Aleksandra üzerindeki St. Mark Kilisesi de güzeldir ve ziyaret edilmesini tavsiye ederim. Belgrad'da İslamiyet ile ilgili hemen hemen hiçbir yapı yoktur. Toplamda 15 gün kaldığım Belgrad'da sadece bir adet cami gördüm. Gospodar Jevremova Caddesi üzerinde bulunan tek minareli küçük Bajrakli Camija'dır. Özellikle son zamanlardaki Slavlaşma ve geçmişteki Osmanlı etkisinden kurtulmak maksadıyla  Makedonya ve Bulgaristan'da olduğu gibi birçok atılım gerçekleşmiş Sırbistan'da. Şehirde Osmanlı ve Müslümanlık adına ne varsa hepsi planlı bir şekilde bertaraf edilmiş.

Şehrin son 20 yıllık süreçte savaş ve ayrılıklar yüzünden oldukça hırpalandığına değinmiştim. 1999 yılında Kosova konusunda NATO tarafından dayatılan adımları atmayan Sırpların başkentine hava saldırıları düzenlenmiştir. Bu bombaların yarattığı en yıkıcı etki ise Nemanjina Caddesi üzerindeki Eski Milli Savunma Bakanlığı binası üzerinde oluşmuştur. Bombalara maruz kalmış bu bina, Sırbistan'ın bakanlık ve diğer önemli binalarının yoğun olarak bulunduğu bir cadde olan Nemanjina Caddesi üzerinde "ibret olsun ve eski günler unutlmasın." diye hala bir enkaz olarak durmaktadır. Eminim bu işlek caddeden geçen herkes bir an için o eski günleri hatırlayıp iç geçiriyordur. Buradan geçerken "Dur bir fotoğraf çekeyim" deyip fotoğraf makinenize davrandığınızda etrafınızdaki Sırpların yadırgayan bakışları ile karşılaşmak, o günlerin ne kadar acılı geçtiğinin bir göstergesidir.

Şehrin bir diğer önemli noktası ise Belgradlıların buluşma noktası olan Cumhuriyet Meydanı'dır. (Trg Republike) Sırplar genelde bu meydanın ortasında bulunan Mihailo Obrenoviç heykelinin altında buluşur ve gidecekleri yerlere dağılırlar. Bu meydanın hemen karşısında Milli tiyatro bulunur (Narodni Pozorishte).

Birazcık da müzelere değinelim. Kalemegdan'ın içindeki Savaş Müzesi'nin dışında Trg Republike yakınlarında bulunan Etnografya Müzesi'nde eski slav topluluklarının gelenek ve göreneklerini, yaşam tarzlarını yakından tanıma şansı buluyorsunuz. Bunun dışında bilindiği üzere ünlü Fizikçi Nikola Tesla bir Sırp'tır ve O'nun yaşamı hakkında bilgi sahibi olabileceğiniz bir müzesi bulunmaktadır. Burayı da görmenizi tavsiye ederim. Benim gibi pek de müze gezme meraklısı olmayan birinin naçizane tavsiyeleri bunlardır. =)

Belgrad'ın şehir merkezi için "bir park cennetidir." diyemeyiz. Ancak her ne zaman yeşile ihtiyacınız olsa bir köşede küçük bir tesis bulabiliyorsunuz. Şehrin 20 dk uzağında bulunan Topchiderski Park, merkezdeki Taşmajdan ve parlamento yakınındaki Pionirski Park bunlardan üçüdür. Parklarda içki içmek serbest olsa da akşam belli bir saatten sonra içki satışı durduruluyor. Sadece el altından alabiliyorsunuz içkinizi. Ha unutmadan, Topchiderski Park'ın içinde Belgrad'ın en eski ağacı bulunmakta. Gerçekten estetik bir ağaç.

Belgrad'da hava güzelse ve şehrin gezilecek görülecek yerlerini bitirdiyseniz size 3 tane kaçamaktan bahsetmek istiyorum. Birincisi şehrin batı kısmında bulunan Zemun-Gardosh bölgesi... Tuna Nehri kenarında bulunan bu semt Belgrad şehir merkezinin 30 dk. uzağında bir sayfiye yeridir. Toplu taşıma yoluyla ulaşmanız mümkündür buraya. Burada Avusturya Macaristan ve Katolik mimarisiyle inşa edilmiş küçük bir kale ve kiliseler bulabilirsiniz. Bu küçük semt Belgrad'dan bu yönüyle ayrılır. Buna ek olarak özellikle yaz aylarında bit pazarı kurulur hergün semtin meydanında. Ayrıca sahil şeridi gerek yürüyüş yapmak için gerekse restaurant ve cafelerde vakit geçirmek için elverişlidir. Buradaki Sharan Restaurant'da alabalık yemenizi ve Tikveş şaraplarından içmenizi öneririm.

Kaçamak için önerebileceğim bir diğer destinasyon ise Sava Nehri üzerindeki Ada Ciganlija'dır. Yaz aylarında yerel halkın da uğrak noktası haline gelen bu Ada spor yapmak ve yüzmek için elverişlidir. Şehrin doğu kanadıyla bu ada arasındaki yapay gölde insanlar yüzüp sıcak havanın tadını çıkarırlar. Genç Belgradlılar gündüz olduğu gibi gece de bu adayı doldururlar ve bu uzun sahil şeridi üzerindeki gece kulüplerinde vakit geçirirler.

Bu iki geziyi mutlaka yapın derim. Olur da "Çok zamanım var benim. Ne yapacağım?" derseniz ekstradan şehrin güney kısmında 15 km. uzaklıkta bulunan 511 m yüksekliğindeki Avala tepesini ziyaret edebilirsiniz. Burada Sırp ayaklanması ve son dönemdeki savaşlarla ilgili birkaç anıt bulunmaktadır. Ayrıca, bu tepe kamp yapmak için elverişli bir yerdir. Şehrin otobüs terminalinden Avala'ya giden minibüslere binebilirsiniz.

Sırp Mutfağı ve Nerede Yemeli?

Biraz da sırp mutfağına değinelim. Sırplar genellikle yağlı ve et ağırlıklı beslenirler. Yemek için bir yere girdiğinizde yemek fiyatlarının Türkiye ile aşağı yukarı aynı olduğunu ama yemeklerin bizdeki porsiyonların 2 katı olarak servis edildiğini söyleyebiliriz. Çevapi adı verilen köfte, raznjici (şiş kebap), plejskavica (büyük hamburger eti), şiş cevapi (adana kebap) lezzetli ızgara çeşitlerindendir. Sırbistan'da uluslararası yemek zincirleri çok nüfuz sahibi olmadığından yerel griller (roshtilj) fast-food sektöründe söz sahibidirler. Ama dikkat, bu yemeklerin çoğu domuzdan yapılmaktadır. Eğer domuz yemiyorsanız garsona Telecha veya Govedja (İnek çeşitleri) istediğinizi belirtin. Onun dışında et çok ucuz olduğundan ete doymanız garantidir Sırbistan'da. Et çorbası, Karadjordjeva Snicla ve Srpski Kava (Türk Kahvesi), Tulumba'dan mutlaka yiyin derim. Şehirde türklere karşı bir önyargı olmasından ötürü döner, gyros adıyla satılmakta ve diğer ülkelerdeki gibi her köşede bulunmuyor. Bu saydığım griller için Trg Slavija'da bulunan Mc Donald's'ın karşısındaki büfeyi şiddetle tavsiye ediyorum. Ha unutmadan, Belgrad'da kahvaltı börekle yapılır. Burek denen bizdeki börek ve jogurt denilen nispeten ayranın daha yoğun çeşidi ile kahvaltı yapmamışsanız Belgrad'da güne başlamış sayılmazsınız. Bunun için verebileceğim en mükemmel adres Nemanjina Ulica'nın Trg Slavija tarafına yakın Pekara Tripkoviç'tir. Belgrad'ın en meşhur fırınıdır ve özellikle sabah saatlerinde sürekli sıra olur burada. Güzel bir Balkan gecesi geçirmek isterseniz şiddetle Tavsiye edeceğim yer "?" adlı restaurant'tır. Bir çeşit kahvehane (kafana) olan bu müessesenin orijinal adı "Znak Pitanje"dir. Otantik havası, alçak tabureleri ile güzel bir ambiansı vardır. Onun dışında az önce söylediğim Skadarska Ulica'daki mekanlar da aynı nitelikteki kafanalara sahiptirler.

Şehrin her köşesinde bulunan pekara adlı fırınlardan her an atıştırmalık bir şeyler alabilirsiniz. Ama işletmecilik anlamında Hleb&Kifli adlı pastane gerçekten de Sırbistan standartları üzerinde bir hizmet sunar. Cafe ve barlar açısından Njegosha Ulica'daki mekanlar olsun, Obilicev Venac'taki yerler olsun gidilesi yerlerdir.

Sırbistan'dan Ne Almalı?

Magnet vs. gibi hediyelik eşyaları Kneza Mihaila Caddesi üzerindeki büfeler ve Kalemegdan çevresinde bulabilirsiniz. Onun dışında Sırbistan'ın erikten üretilen milli içkisi Rakija adlı brandy'den de mutlaka alın. Özellikle ev yapımı olanları hem leziz hem de yüksek alkollü. Yemekten sonra bir shot bardağı dijestif etki yapıyormuş ve sağlık açısından oldukça faydalıymış. Et sevenler için Njegosha Ulica üzerinde bulunan Zlatiborac adlı et kombinasından aşırı lezzetli kuru et (prshuta) ve sucuk  (sudzuk) da alabilirsiniz. İnanın bizimkilerden çok daha lezzetli. Burada peynir meynir de satıyorlar. Dediğim gibi et bizdekinden ucuz. Diğer her türlü alışverişiniz için Ulica Kralja Milana üzerindeki 24 saat açık olan Maxi adlı süpermarketi kullanabilirsiniz.

Kesin Yapın!

- Şehirde neyin nerede olduğunu daha net anlayabilmek için 2 Numaralı ring tramvay ile bir tur atmak
- Znak Pitanje Restaurant'ta akşam yemeği yemek ve Sırp kahvesinden içmek
- Yaz aylarında Zemun ve Ada'ya gitmek, Ada'da deniz bisikleti kiralamak
- Stadları birbirine çok yakın olan Kızılyıldız ve Partizan'ın herhangi bir maçına gitmek
- Belgrade Arena'da Partizan'ın Euroleague maçlarından birine gitmek veya konser izlemek

Fazit...

Sırbistan ve Belgrad'a karşı, gitmeden önce açıkçası ben de bir önyargı  besliyordum. Ama gittim, gördüm, yaşadım. Nihayetinde bende çok güzel etkiler bıraktı bu şehir. 10 kere daha gitsem bıkmam diyebileceğim bir yer. İnşallah önümüzdeki sene Sırbistan - Hırvatistan maçına gitmek için bir daha yolum düşecek Sırbistan'a. Esen kalın...







30 Eylül 2012 Pazar

Bosna Hersek - Saraybosna

Bu yazımda Ağustos 2012'de bulunduğum Bosna Hersek'ten bahsedeceğim sizlere. 3 Mart 1992'de bağımsızlığını kazanan Bosna Hersek yaklaşık 4,5 Milyon insanın yaşadığı bir Yugoslav Devleti'dir. Demografik olarak oldukça karışık olan ülkede birbirine yakın oranda Boşnak, Sırp ve Hırvat yaşar. Sırp kökenlilerin çoğunlukla yaşadığı Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska) ve çoğunluğunu Katolik Hırvatlar ve Müslüman Boşnakların oluşturduğu Federal Bosna devlet içerisinde özerk iki eyalettir. Coğrafi olarak da ülkenin kuzey ve kuzeydoğu bölümleri Sırp Cumhuriyeti'ne iç ve güney ve güneybatı bölümleri de Federal Bosna'ya aittir. Genelde Hırvatların Katolik, Sırpların Ortodoks ve Boşnakların Müslüman olduğunu düşünürsek nasıl bir etnik farklılığın söz konusu olduğunu anlayabilirsiniz. Bu etnik farklılık, özellikle Slav-Müslüman farklılığı Ivo Andriç'in "Drina Köprüsü" adlı eserine de konu olmuştur. Tavsiye ederim güzel kitap.

Ülkede para birimi olarak Konvertibilna Marka (KM) kullanılır ve 1 KM aşağı yukarı 1.20 TL'ye denk gelir. KM banknotları Sırp Cumhuriyeti ve Federal Bosna Devletleri için ayrı şekilde dizayn edilmiştir ancak ülkenin genelinde iki para da geçerlidir. Hırvatların yoğunlukta olduğu güney kesimlerde, özellikle de Mostar gibi turistik yerlerde ise Hırvat Kunası'nı da kullanabilirsiniz.

Ben yalnızca başkent Saraybosna, Vişegrad ve Mostar'ı gezebildim. Ama Sırp Cumhuriyeti'nin başkenti Banja Luka'nın da ilgi çekici olduğunu duydum. Bizde yalan yok :). Ve tabiki yüreğiniz varsa Sırbistan sınırına yakın, katliamların yoğun olarak yapıldığı Srebrenica'yı da gezmenizi öneririm. Gerçekten yürek dağlıyor.

Bosna Hersek Devleti Türk vatandaşlara vize uygulamıyor. Mavi pasaportunuzla THY ve Bosna Hersek Havayolları ile yaklaşık 1,5 saatte Saraybosna'ya varabiliyorsunuz. Ülkeye kara ve özellikle demiryoluyla giriş yapmak çok sıkıntılı. Macera arayıp Bulgaristan üzerinden Sırbistan'a, Belgrad'a gelenler buradan Sarajevo'ya geçmek için mutlak suretle gereksiz bir şekilde Hırvatistan'a girmek zorundalar kısa bir süreliğine de olsa. Zira geçmişteki problemler yüzünden Sırbistan'ın batısı ve Bosna'nın doğusu arasında hiçbir altyapı oluşturulmamış. Yol yok resmen. Formaliteler, gümrük, sıra bekleme derken 350 kmlik mesafeyi trenle 8 saatte alabiliyorsunuz. Ayrıca sınırlarda polislerin keyfi uygulamalarına da maruz kalabiliyorsunuz. Trenler klimasız, camlar açık şekilde püfür püfür ilerliyorsunuz. Bosna sınırını geçtikten yaklaşık 1,5-2 saat sonra da Dinar Alpleri başlıyor aniden ve ortaya mükemmel manzaralar çıkıyor. Havayolu alternatifine geri dönecek olursak Aerodrom Sarajevo şehrin 6-7 km uzağında Butmir kasabasında bulunuyor. Butmir'e yazımın devamında dönüş yapacağım bu arada ınutmayın. Boşnak taksileri açıkçası biraz dolandırıcı olabiliyor özellikle gar ve havalimanındakiler. Taksi kullanacaklar dikkat. Onun dışında toplu taşıma sevenler havalimanının girişinden 200E numaralı otobüse atlayıp şehir merkezine yani Başçarşija bölgesine hesaplı bir şekilde varabilirler. Tren istasyonundan  gelirken 1 numaralı tramvayı kullanıp Male Mustafe Başeskije Caddesi'ni gördüğünüzde şehir merkezine vardınız demektir.

Şehirle ilgili izlenimlere geçmeden önce son olarak konaklama işine de açıklık getirmek lazım. Hostelciler için tek önerim Başçarşija meydanının çeşmesinin karşısında ana binası olan Ljubicic Hostel. Şehirde hostelcilik konusunda monopollüğe doğru ilerliyorlar. Bina çok merkezi, çalışan kadın gerçekten ingilizce biliyor ve "Allah'a emanet" diyor siz gidereken :D. Hergün turistik aktiviteler de düzenliyorlar. Onun dışında hotel ve hostel işletmecilerinden bazıları yoldan geçen turistleri Başçarşija bölgesinde durdurup onlara oda teklifinde bulunabiliyor. Bu işi yapanlar genelde illegal çalışıyor ve bildiğiniz 5-20 Euro arasında size konaklama sunabiliyorlar. Tırsmanıza gerek yok aslında, kimsenin derdi sizin böbreğinizi almak değil. Birazcık daha rahatına düşkün olanlar için çok lüks olmamakla beraber kalburüstü oteller de bulmak mümkün. Fiyatlar tabiki de Batı Avrupa'nın oldukça altında.

Herkes konaklayacak bir yer bulup bavullarını bıraktıysa artık gezebiliriz. Şehir merkezine hangi yoldan gelirseniz gelin bu şehrin ne badireler atlattığını, buranın halkının ne acılar çektiğini fark etmemeniz imkansız. Dış cepheleri mermilerle delik deşik edilmiş birçok ev var şehir merkezinde. Şehrin Dinar Alpleri arasında bir vadi pozisyonunda doğu batı doğrultusunda uzanıp kuzey güney yönlü yükseklikleri 2000mt.'yi bulan dağlarla çevrili olduğunu düşünürsek şehrin ne kadar rahat bir şekilde ablukaya alınabileceğini anlayabiliriz. Evet, Başçarşija dedik. Kelime çok da yabancı olmasa gerek Türkçe'ye. Burası şehrin merkezi, pazar, bedesten, restaurant ve cafelerin bulunduğu bir bölge. Genelde 2-3 katı geçmeyen Osmanlı mimarisindeki evler bulunuyor bu bölgede. Aynı zamanda buraya Stari grad (eski şehir) de denmekte. Yeni Saraybosna bu mikro şehrin uzantısı olarak kurulmuş. Meydandaki Sebilj (çeşme) nin lezzetli suyundan içip etrafınıza baktığınızda insan kalabalığı, kafanalar (kahvehane), aşçinica (aşevi), cevapdzinica (köfteci) ve buregdzinicaları (börekçi) gördüğünüzde, kulağınıza ezan sesi geldiğinde Türkiye'deki şirin bir kasabadan farksız olduğunu görürsünüz buranın. Başçarşija bölgesinde arasokaklarda birçok atölye bulabilirsiniz ki bu ara sokaklardan birinin adı Kazandziluk'tur ve çanak-çömlek, cezve kahve takımı gibi birçok ıvır zıvır bulabilirsiniz burada. Aynı şekilde diğer sokaklar da bu tarz Osmanlı kültürüne özgü hediyelik eşyalarla doludur. Başçarşija bölgesinin içinde Sarajevo'nun en büyük camisi olan Gazi Hüsrev Begova Camii bulunur. Hemen yanında da medrese bulunmaktadır. Çeşmesinden mutlaka su içmek, avlusunda mutlaka namaz kılmak gerekir. Caminin hemen yanıbaşında yine Osmanlı eseri bir saat kulesi bulunmaktadır. Saraybosna'nın bu kısmı oldukça canlıdır ve han, hamam, bedestenlerle doludur. Camiyi solunuza alıp yürümeye devam ettiğinizde ise Ferhadije Caddesi'ne çıkarsınız. Bura eski şehrin içinde, ancak nispeten daha modern cafe ve barların bulunduğu bir caddedir. Ara sokaklarda da güzel cafeler mevcuttur bu bölümde. Özel bir isim vermeye gerek yok genelde her cafe aynı kalitede hizmet sunar diye düşünüyorum.

Başçarşija bölgesinde gastronomik açıdan yapmanız gereken şey kahvaltınızı burekle açmaktır. Burek bizdeki böreğin çok benzeri olup çeşitlere ayrılır. Burada peynirli börek, kıymalı börek, ıspanaklı börek denmez böreğe. Kıymalısının adı burek, ıspanaklının zeljanica, peynirlinin adı sirnicadır. Yanında kiselo mljeko (ekşi süt) iyi gider. Böreğin kilosu yaklaşık 12 KM'dir. Daha hesaplı "burek"i Male Mustafa Başeskije'deki Ljubicic Hostel'in bitişiğindeki Pekara Edin'de bulabilirsiniz. Balkan coğrafyasının bir diğer ünlü yemeği de Cevapcici'dir. Bizim Tekirdağ köftesinin çok benzeridir. Soğanla ve yağlı somun ekmeği ile servis edilir ve genelde 10 parça köfte 6 KM'dir. Eski GS'li futbolcu Tarık Hodziç'in Başçarşija'daki köftecisi veya Zeljeznicar futbol takımının köftecisi Zeljo en meşhur cevapcici'cilerdendir. Onun dışında Aşdzinica dediğimiz lokanta tarzı yerlerde yöresel Boşnak yemekleri bulabilirsiniz. Soğan dolması, etli yaprak sarma, güveç, kavurma, biber dolması gibi yemekler yiyebilirsiniz buralarda. Yemek fiyatları özellikle etli olanlar Türkiye fiyatlarının oldukça altında. Tavsiye edeceğim restaurant Sebilj'den çarşının içine doğru yokuş aşağı inerken yolun bittiği  yerde, karşınıza bir cevapdzinica çıktığında sola dönüp 20m. yürüdüğünüzde solunuzda kalan restauranttır. Biraz turistik bi yere benzese de yemekleri çok kaliteli ve porsiyonlar büyük. Yukarda saydığım her yemeği bulabilirsiniz burada. Uluslararası yemek zincirlerinden sadece McDonald's'ı görebildim şehirde. Ama şaşırtıcı bir şekilde Vapiano buldum ve fiyatlar gerçekten uygun. Vapiano'yu 1 numaralı tramvay hattıyla yolculuk ediyorsanız mutlaka göreceksiniz. Zaten hat ring yapıyor bir kere kaçırırsanız ikincide mutlaka görürsünüz.

Gece hayatı oldukça renkli, kızları da oldukça hoş Bosna'nın. Yan sokakta insanlar Hüsrev Begova Camii'nde yatsı namazını kıldıkları sırada ara sokaklarda başka bir grup insan bar ve clubları hınca hınç dolduruyor. Hiçbir baskı altında kalmadan içkilerini yudumlayabiliyorlar. Bira markası olarak Sarajevsko Pivo Saraybosna'nın yerel birasıdır. Bar ve cafelerde 3-3,5KM arasında değişir fiyatı. Onun dışında Carlsberg, Heineken gibi yabancı biralar da bulunur. Diğer içki ve club giriş ücretleri de çok yüksek değildir. Ancak bazı clublar seçici geçirgen olabiliyor. Damsız girmemeye özen gösterin.

Türk kahvesi tutkunları için ise şunu söyleyebilirim. Boşnak Kahvesi (Bosanska Kava) içmeden dönmeyin buradan. Yuvarlak metal bir tabak üzerinde fincan, cezve ve lokum ile servis ediyorlar burda. Kahvenin az şekerli, orta, çok şekerli gibi seçenekleri yok. Siz şekerinizi kendiniz koyuyorsunuz. Fiyatı 1,5 KM-2 KM arasında değişiyor.

Turistik yerlerdi konumuz nerelere geldik. Hepimizin bildiği gibi 1994'te ağır bir kuşatmaya girmiş Saraybosna Sırplar tarafından ve bu kuşatmadan kurtulabilmek ve temiz bölgeye ulaşabilmek adına uzun bir tünel kazmışlar şehrin batı kısmında. Başçarşija'dan 3 numaralı tramvaya binip Ilidza adlı son durakta indiğinizde taksicilerle pazarlık edip sizi Butmir'deki tünele götürmelerini söyleyin. Burası tünelin başladığı yer ve kuşatma hakkında birçok bilgi veriyor bizlere. Aslında bu tünelin kazıldığı yer zamanında birinin eviymiş ve bu vatansever evinin böyle bir amaç için kullanılmasını seve seve kabul etmiş. Burada 15 dakikalık bir video gösterimi de var. Giriş yanılmıyorsam 5 KM idi. Saraybosna'nın ortasında Miljacka adlı bir çay geçer. Bu çayın hemen kıyısında Obala Kulina Bana adlı caddenin Zelenih Beretki Caddesi'yle kesiştiği yerde 1914 yılında Avusturya Veliahtı Ferdinand bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmüş ve bu olay I. Dünya Savaşı'nı tetiklemiştir. Hatta "işte burada öldürülmüştür" diye de yazar burada. Bu ibarenin asılı olduğu bina Sarajesvski Muzej'dir ve 1878-1918 dönemine ışık tutar. Yolun devamında ise belediye binasını görebilirsiniz. Tam yerini bilemiyorum ama Saraybosna'nın tepelerinden birinde Sniper's Nestle adı verilen, kuşatma sırasında keskin nişancıların konuşlandığı bir yer de var. Ben görmedim ama güzel diyorlar =)

Dil konusuna gelince burada diğer Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ingilizce konuşan tek tüktür ve yalnızca turistik bölgelerde rastlarsınız bu insanlara. Yani sizin türkçenize karşılık verme olasılıkları ingilizceye nazaran daha yüksektir. Boşnakça, eski Yugoslav ortak dili olan Srpskohrvatski'den çok farklılık göstermez. Bir Makedonca, bir Slovence gibi değildir yani. Sadece bazı İslami kelimelerdir Srpskohrvatski'den farklı olanlar. Sırbistan'a göre latin alfabesi kullanımında daha çok yol almışlar ve Saraybosna'daki tabelaların çook büyük bir bölümü latin alfabesi. Bu da turistler için sevindirici. Kiril alfabesi genelde Banja Luka, Şamac gibi Sırpların yoğun yaşadığı yerlerde kullanılır.

Güvenlik açısından Batı Avrupa'dan çok daha iyidir. İnsanları iyidir. Geceleri sokaklarda rahat bir şekilde yürüyebilirsiniz problem yaşamadan. Sadece sokaklardaki köpekler ve şoförler bazen agresifleşebiliyor. Onun dışında turistik bölgelerde güvenli şekilde gezebilirsiniz. Yalnız cepçilere dikkat kalabalık yerlerde. Para bozdurma işlemlerinizde komisyon olayı yaygın. Çok kazıklanmayın, sorun komisyon oranını :D. Esnafa Türk olduğunuzu söyleyin, burada piyasası var Türklüğün =) ama bokunu çıkarıp olur olmaz ekstra indirim istemeyin, öyle bi dünya yok.

Açıkçası Saraybosna beklentilerimden çok daha güzel bir şehir olarak çıktı karşıma. Ve planladığımdan daha uzun süre kaldım şehirde. En güzeli de şehri ramazan ayında ziyaret etmek. Kısacası Saraybosna sizi gerçek bir Osmanlı yolculuğuna çıkarıyor. Gidin görün derim.

23 Eylül 2012 Pazar

Sofya

Geçen hafta bir anda karar verdik arkadaşla Sofya'ya gitmeye. Daha doğrusu benim kafamda vardı ama arkadaşımı ikna edip yola çıkma kararı vermemiz bir anda gerçekleşti. Sabah otel rezervasyonunu yapıp, akşam metrobüse atlayıp otogarın yolunu tuttuk.

Sofya, Bulgaristan'ın batı tarafında ve Sırp sınırına 57km. uzaklıkta bulunuyor. 1,4 Milyon nüfusu var ve yanlış bilmiyorsam bu nüfus Sofya'yı demografik açıdan Balkanların en büyük şehri yapıyor. Dediklerine göre her 5 kişiden 1'i Sofya'da yaşıyor Bulgaristan'da. Şehir Vitosha Dağı ve çevredeki diğer dağlık arazilerin ortasındaki çukura kurulmuş durumda. Öyle, Tuna, Sava, Rhein, Seine gibi büyük nehirler geçmiyor şehrin içinden. İsmini bile bilmediğim dere yatakları var şehrin ortasında. Bir de köprü yapmışlar üzerine :D

Peki nasıl gidiliyor Sofya'ya. Öncelikle mavi pasaport sahiplerinin Bulgaristan için Bulgar Konsolosluğu'ndan vize almaları gerek. Schengen vizesi ve yeşil pasaport sahipleri ise Bulgaristan'a giriş yapabiliyorlar. THY'nin hergün İstanbul-Sofya güzergahında yaklaşık bir saat onbeş dakikalık uçuşu mevcut olsa da, bence en mantıklısı Esenler Otogarı'ndan gece otobüse atlayıp sabah Sofya otogarına varıldığında muavinin sizi dürtmesiyle uyanmaktır. Gerçekten de en hesaplısı ve zevklisi budur. Sadece Esenler Otogarı'ndan Metro, Alpar Turizm, Huntur, Hastur vs. birçok otobüs firmasının çeşitli saatlerde seferleri var. Biletler 40 ile 60 TL arasında değişiyor. Sorarsanız, bazı yazıhanelerde öğrenci indirimi yapabiliyorlar. Yolculuk süresi ise yaklaşık 8 saat. Neyse, yola çıktıktan yaklaşık 3 saat sonra falan Kapıkule'de oluyorsunuz. Edirne'ye gelene kadar yollar gerçekten mükemmel ama Filibe'de otobana bağlanana kadar Bulgar yollarında ara sıra uykunuz bölünebiliyor. Ayrıca Otogar'dan yola çıkarken başladığınız uykunuza 3 saat sonra ara vermek zorunda kalıyorsunuz sınır kontrolleri yüzünden. Türk tarafında muavin otobüsteki bütün yolcuların pasaportlarını topluyor, polise getiriyor, polis bunları damgalıyor ve muavine geri veriyor. Sizlik bir şey yok yani. Sadece size düşen eğer Bulgar oturma izniniz yoksa civardaki başka bir kulübeden - zaten sizi yönlendiriyorlar- 15tl'lik çıkış harcını yatırmanız. Yabancı para birimi kabul edilmiyor bu yüzden mutlaka TL bulundurun bu iş için. Arada 15 dakikalık bir Duty Free molası oluyor. Daha sonra Bulgar tarafında sıraya girip pasaportunuzu bizzat damgalattırıyorsunuz. Mola da dahil toplam 1 saat, 1 saat 15 dakika sürebiliyor bu işlemler. Daha sonra  yaklaşık 4 saatlik bir yolculukla otogara varıyorsunuz. Bulgaristan'dan dönüşlerde ise bazen Türk tarafına geçerken kaçakçılığı önlemek için bazen X-ray cihazından geçebiliyorsunuz. O yüzden zula yapıp anavatana döneyim diyorsanız dikkat derim! Bir diğer ulaşım alternatifi ise tren (Bosfor Express); ancak son dönemde, nedendir bilinmez, İstanbul'dan Avrupa yönlü tren seferleri iptal edilmiş durumda. Tren otobüse göre daha uzun sürse de gerçekten güzel bir tecrübe olabiliyor.

Konaklamak için 4 yıldızlı Princess Oteli'ni seçtik, fiyatlar gerçekten ucuzdu ve otel otogardan 7-8 dakikalık yürüme mesafesindeydi. Gerçekten devasa bir otel ve casinosu güzeldi. Concierge'deki elemanlarla kankaya bağladık resmen. Başka otellere de bakmıştık ama Sofya'da kaldığımız süre boyunca yaptığımız en güzel tercihlerden biriydi. Ama en güzel tercih Sofya'ya gitmek tabi... =)

Otelin üzerinde buluduğu geniş Knyagina Maria Luiza Bulevard şehrin merkezine giden ana caddelerden biri. Geceleri biraz ıssızlaşsa ve fahişe yuvası haline gelse de, gündüzleri özellikle Aslanlı Köprü'nün (Lvov Most) devamındaki cafe ve dükkanlar bu caddede hayat olduğunun işareti. Bu caddede biraz devam ettiğinizde ileride sol tarafınızda Banya Bashi Camii'ni görüyorsunuz. Az ilerisinde ise yolun ortasında bulunan Sveta Nedelya Kilisesi tipik bir ortodoks kilisesi sunuyor ziyaretçilere. Bu iki dini yapıt çok devasa olmasa da Sofya'nın görülmesi gereken önemli yerlerinden. Cadde üzerinde caminin hemen karşı tarafında kapalı, güzel bir pazar var. Burada bir süpermarkette bulabileceğiniz bir çok şey ufak dükkanlar vasıtasıyla tüketiciye sunuluyor. Bu caddede devam ederken sağınızda adalet sarayını gördükten sonra yol genç Sofyalılar'ın takıldığı Vitosha Bulevard'a bağlanıyor. Burası geniş bir yaya yolu ve bizim İstiklal Caddesi gibi sağlı sollu cafelerden oluşuyor. Biz, adalet sarayı yönünden yürürken sağ tarafta kalan bir lounge bar'da oturmuştuk. 1. kattaydı bu mekan ve terası caddeye ve caddede yürüyen insanlara çok hakimdi. Bizim Kadıköy'deki KFC'den boğaya bakmak gibi bir şey... Mekan kaliteliydi, fiyatlar diğer yerlere göre biraz pahalıydı. Ama bira 4,5 TL lan, Cimrilik yapma da iç. 4,5TL'lik bira içip 100TL'lik garson kesiyorsun zaten :D Bira demişken, biralar çok kaliteli diyemem Bulgaristan'da. Ariani, Shumensko ve Zagorka önemli bira markaları. Süpermarkette 2 Lt.lik biralar mevcut. Ve bu 2 Ltlik birayı size 3,5TL'ye satıyorlar.

Biraz bira molası verdikten sonra gezilecek yerleri anlatmaya devam edersek Maria Luiza Bulevard üzerinde Sheraton Oteli'nin hemen karşısında 24 metrelik Sofya heykeli bulunuyor. Bu heykelin karşı tarafında devam eden Bulevard Nezavisimost ve devamındaki Tsar Osvoboditel Bulevard birçok mimari güzellik sunuyor turistlere bunların arasında National Art Gallery, Sveti Nikolai Rus Kilisesi, Military Club, Narodno Sabranie meydanı ve binası var. Tsar Osvoboditel caddesinde yürürken Narodno Sabranie'ye geldiğinizde soldaki herhangi bir sokağa girdiğinizde Sofya'nın en önemli katedrali olan Alexander Nevskij Katedrali'ne çıkıyorsunuz. Gerçekten başarılı ve neo-bizantik. Yolun devamında ise ihtişamlı Sofya Üniversitesi binasını ve Vasil Levski Stadı'nı görüyorsunuz. Stad çevresinde pek bir şey yok, özellikle ben Levski veya CSKA ürünleri almak için stadı bi ziyaret ediyim derseniz hayal kırıklığına uğrarsınız. Ha unutmadan, Tsar Osvoboditel'in  2 alt paralelinde Ivan Vazov Caddesi üzerinde National Theater mutlaka görülmeli! Onun dışında ben görmedim ama Bulgaria Square ve National Palace of Culture da görülebilir. Bu son saydığım dışındaki her yer, yürüme mesafesinde ve eğer müze ve galerilere girilmeyecek, ve sadece bir kaç fotoğraf ile geçiştirilecekse yarım günlük turla bitirilebilir.

Biraz da gece hayatından bahsetmeli yukarıdaki detaylarla ilgilenmeyenler için. Az önce saydığımız Vitosha ve Maria Luiz Bulvarları'nda cafe, bar, strip club bulabilirsiniz. Strip club demişken gerçekten dikkatli olmak lazım çünkü bazı mekanlar gerçekten ameliyathane olabiliyor ve çok yüksek fiyat geçirebiliyorlar bazen. O yüzden Hostel veya otelinizden yardım alın bu konuyla ilgili. Neyse, gece hayatı dedik ve gece hayatının merkezi Öğrenci Şehri denilen Studenski Grad. Buraya otogardan da geçen 5 numaralı minibüsle veya taksiyle ulaşabilirsiniz. Burası, şehirde okuyan öğrencilerin sovyet binalarını andıran büyük yurtlarda kaldığı, şehir merkezinin güneyinde kalan bir bölge. Özellikle bir sokağında 4-5 tane club var mutlaka bulursunuz, orada olduğumda kafam iyi olduğundan tam adreslerini veremeyeceğim. Zaten kulüplerin görünüşlerinden içerideki fiyatlar hakkında bir mukayese yapabilirsiniz. Şehir merkezinde Vitosha Bulevard'daki Jim Beam adlı kulübün bir şubesi de burda var. Ve 4 enerji içeceği ile sunulan Smirnoff vodka'nın fiyatı 45 TL! Biz oraya avam kaçar diye gitmemiştik. En iyi mekanın giriş ücreti 5 leva (6 TL). Bira 5 TL, Jack Daniel's 11 TL, iyi yani =). Bu kulüplerin bulunduğu sokağı takip ederseniz. Studenski Grad'ın en önemli caddesine çıkarsınız. Aynı şekilde burda da öğrenci bütçesine uygun barlar (mojito 6TL), büfe ve restaurantlar (büyük döner 3 TL) bulunmakta.

Sofya'nın toplu taşıma sistemi gayet iyi ve ucuz. Şehirde iki adet metro ve birçok tram, troleybüs ve otobüs hattı mevcut. Tekli bilet 0.5 Leva (1 Eur), onun dışında günlük ve 5 günlük biletler de var. Biletler kiosklardan veya otobüs şoföründen alınabilir. Bileti aldıktan sonra toplu taşıma araçlarına bindiğinizde (otobüsün içindeki elle çalışan aletlerle bileti deldirmeniz gerek biletin geçerli olabilmesi için. Cezası 10 Eur galiba. Şehirde taksi oldukça ucuz. Yanlış hatırlamıyorsam 0.69 Levadan açıyorlar ve kilometre başına 0.59 leva atıyor taksimetre. Ve taksilerin çoğunda camlarda bu ücretlendirmeyi gösteren bir sticker yapıştırılmış. Sakın taksimetreyi 1.00 Lv'ya açan taksilere binmeyin!

Biraz da para durumlarından bahsedelim. Bulgarların para birimi olan Bulgar Levası, TL'den az da olsa daha değerli. 1Eur yaklaşık 1.90 Leva yapıyor. TL paritesini ise kıt matematiğimizle 1 Leva = 1,2 TL olarak hesapladık. Para çevirtmek için en güvenilir yerler bankalar. Kurları diğer lokal dövizcilere göre daha iyi ve kazıklanma riskiniz yok. Özellikle turistlerin yoğun bulunduğu yerlerde "no comission" yazısına aldanmayın gerçekten kurlar düşük olabiliyor. En iyisi banka. Fiyatlar Türkiye'ye göre daha uygun. Özellikle cep telefonu, play station vs. çok ucuza alınabiliyor. Supermarketlerdeki türk mallarının fiyatları Türkiye ile aynı. Alkol ve et Türkiye fiyatının 2,5'ta 1'i kadar. Ancak sigara fiyatları 1-1,5 TL daha ucuz Türkiye'ye göre. Benzinin litresi yaklaşık 3,30TL. Restaurantlarda fiyatlar yine Türkiye'ye göre biraz daha uygun.

Ne yenir ne içilire gelecek olursak, Happy Bar & Grill'e mutlaka gidin. Bizim İstanbul'daki Kırıntı ayarında ama fiyatlar oldukça düşük. Menüsü dolgun ve kaliteli bayanlar servis yapıyor. Onun dışında Bulgar mutfağı bizimkine benzemiyor değil. Çoban salata (Shopska Salad), patlıcan ezme, sudzhuk, pastarma, lukanka bizdekinden çok daha lezzetli ve ucuz. Tarator adlı cacıklı çorba, shkembe çorbası güzel. Güveç, kavurma, etli yaprak sarma, şiş kebap da Bulgar restaurantlarının tipik yemeklerinden. Kahvaltı için ise peynirli banitsadan (bir çeşit poğaça) mutlaka yiyin. Süpermarketlerde de bulabilirsiniz ve gerçekten uygun fiyatlı. Kiselo Mleko (ekşi süt) denilen ayranımsı içecekten de içmeden olmaz.

Sofya gerçekten gezilmesi, görülmesi gereken bir şehir. Fırsatınız ve Schengen'iniz varsa gidin. Sırf Bulgaristan'a gideceğim diye Bulgar vizesi almak zorundaysanız yine gidin. Pişman olmazsınız.

Uzun süredir yazamamıştım, kısa bir süre içerisinde Belgrad ve Sırbistan yazımla karşınızda olacağım. Esen kalın. Prijatno!!

30 Ağustos 2012 Perşembe

Tren yolculuğu üzerine ve Avrupa'nın unutulmaz tren güzergahları (1)

Selam!! Bu yazıda özellikle Interrail ve Balkan Flexipass tarzı Avrupa'da uzun süreli ücretsiz tren ulaşımı sağlayan kombine kartlara sahip arkadaşlar için Avrupa'daki gezilerim sırasında tecrübe ettiğim ve hafızamda yer eden, mutlaka yapılmalı dediğim tren yolculuklarından bahsedeceğim. Hoş insanlar genelde trenden indikten sonra gezmeye görmeye başlıyorlar. Ve bazı sabırsızlar "Hadi artık varalım şu Marsilya'ya" diyerek kafayı koyup uyumaya başladıklarında kaçırdıkları muhteşem Fransız Riviera manzarasından mahrum kalabiliyorlar. İlk olarak biraz tren yolculukları ile ilgili görüşlerimden bahsetmek istiyorum.

Demir yolu ulaşımı gerçekten "gurme" gezginlerin veya "fakir" interrailcilerin tercih ettiği ve birçok ülkede de kara yoluna göre daha uzun süren bir ulaşım çeşidi. Özellikle Doğu Avrupa'daki bazı tren yolculukları (Belgrad-Sarajevo) arabayla 5-6 saat sürebilecekken trenle gittiğinizde 8 saati bulabiliyor. Aynı zamanda yine Doğu Avrupa'da, çoğu klimalarla teçhiz edilmiş otobüsler yerine, cam açık şekilde "püfür püfür" seyahat etmiş oluyorsunuz tren yolculuğunu seçerseniz. Ve arada güneşin rahatsız ediciliğine de maruz kalabiliyorsunuz. Ama tren yolculuğunu farklı kılan ve diğer ulaşım yöntemlerine tercih edilmesini sağlayan hususu merak ediyorsanız bir şişe şarabınız ve yanında 3 biranızla çıkacağınız, her gün Berlin Hbf.'den 18.13'te kalkan, 12 saatlik Berlin-Budapeşte yolculuğunu tecrübe etmeniz yeterli.

Vagonlar, insanlara otobüs ve araçlarda sahip olamadıkları mobiliteyi sunar. Kendi kompartmanınızdaki veya başka kompartmandaki insanlarla kaynaşma fırsatı verir; zira 12 saat boyunca karşılıklı oturduğunuz "kompartmandaşınızın" kim olduğunu merak edersiniz. Ayrıca sizin gibi gezenti interrailcılar görünce "aynı yolun yolcusu" olduğunuzu hatırlayıp iki lafın belini kırmak, karşılıklı tüyo alışverişi yapmak için onlara "salça" olabilirsiniz. Tren yolculuğunu bir yere ulaşım aracı olmaktan çok bir sosyalleşme alanı olarak görmek gerekir. Tren goygoydur, içkini, suyunu, trene binmeden yolluk olarak aldığın bir euroluk hamburgerini paylaşmaktır bazen. 12 saat boyunca suratına baktığın kompartmandaki 5 insanın herbiriyle ilgili birer öykü uydurabileceğin bir "götürgeç"tir tren. Tek başladığın interrail gezini 5 kişiyle bitirmeni sağlayabilir; çünkü yolculuk sonunda illaki bazıları hostel ayarlamış ve diğerlerini kendi hostellerine davet edip bu goygoyu şehre de taşımaya ikna etmiş olabiliyor.

Tren: Bir amaç mı, araç mı?

Evet, tren bir araç olmanın yanı sıra bir amaçtır da dedik. Ne kadar haklı olabileceğimi sadece tek bir güzergahtan örnekleme yaparak açıklamak isterim. Dünyanın en büyük ülkesi olan Rusya Federasyonu'nun başkenti Moskova'nın Yaroslavskij tren istasyonundan başlayıp bütün Sibirya'yı batıdan doğuya keşfedip Moğol bozkırlarını aşarak Pekin'e varmanızı sağlayacak yaklaşık 9000 km'lik Trans-Manchurian Express... 7 günlük bu tren yolculuğunu yapmak her babayiğidin harcı değildir. 7 gün boyunca hayatınızın odağında tek bir kelime var düşünsenize "tren". Tren tekerleri raylarla sevişirken siz kondüktorün semaverinden 20 rubleye aldığınız 15. çayınızı içerek Sibirya taygalarını seyrediyor olmanın huzurunu yaşıyorsunuz. Artık kendinizi trene o kadar kaptırmış oluyorsunuz ki; Pekin'e gelindiğinde "Nerdeyim ben, niye buraya geldim?" şeklinde "eblemeler" yaşayabiliyorsunuz. Çünkü dünya üzerinde aralıksız 7 gün "ulaş"arak bir rekoru kırmanın da bazı bedelleri olabiliyor. Ha daha uzununu 6312.km'deki makastan doğuya Japon Denizi'ne devam ederek gerçekleştirebilirsiniz. Rusya'nın geçmişte askerleri ve bürokratları sürgüne yolladıkları Moskova'dan 9500 km uzakta bulunan Vladivostok'a ulaşmak için... Ama genelde bu yolculukta amaç Pekin'e varmaktır ve turistler de bunun bilincinde olarak güneye giderler. Bu yolculuk gerçekten güçlü bir mp3 database'i gerektirse de yemekler için çok tedbirli olmaya gerek yok. Çünkü İstanbul-Ankara arası ulaşım süresi kadar yol gittikten sonra 30-40dk'lık, Jekaterinburg, Krasnoyarsk, Irkutsk gibi büyük terminallerde ise saatlerce mola verilebiliyor. Çünkü makinistler de insan ve değişmek zorunda, tıpkı bazı vagonların trenden gövdesinden ayrılarak kendilerini bekleyen, başka yere giden lokomotife takılmalarının gerekliliği gibi. Dolayısıyla sizin universam'a (süpermarket) gidip birçok gıda alışverişi yapma fırsatınız olabiliyor. Ama Trans-siberia'nın raconu, peronda dolaşan "Babuşka" diye tabir edebiliceğimiz yaştaki teyzelerin taşıdıkları torbalardaki armut, elma, soğan, ekmek ve mısırlarla bu universamlardan alıp getirdiğiniz sofranızı zenginleştirmektir. Ben hiç "Trans-siberia'ya çıkıp açlıktan öldü." diye bir haber görmedim gezi sitelerinde :)

Dostluk (Filia) Express İstanbul-Selanik

Avrupa'ya geri dönecek olursak ülkemizden başlayan Interrail yolculuklarının, aynı şekilde heyecanlı interrailcilerin hayallerinin başlangıç noktası Sirkeci tren istasyonundan başlayan Dostluk (Filia) ekspresi denen İstanbul-Selanik trenidir. Son dönemlerde Türkiye'ye Avrupa yönlü tren seferlerinin durdurulduğu söylense de (Sofya'dan İstanbul'a gelmenin tek yolu Sofya'dan trenle Kapıkule ordan otobüs :s ) bu "efsan" tren yolculuğu interrailinizin ne kadar macera yüklü ve çetin geçeceğinin sinyallerini verir. Türk Trakya'sının ayçiçek dolu, bereketli düzlüklerini aşıp Edirne'deki Meriç Nehri'nin üzerinden geçtiğinizde artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiğinizi yeni anlıyorsunuz. Nitekim 10 dakika sonra tren durduğunda Türk polisi odanıza gelip pasaportları toplayıp damgalatıp yaklaşık 1 saat sonra geri getirecektir. Siz de bu süre zarfında trenden inip bir sigara yakıp vatanınıza son bir kez bakma fırsatına erişiyorsunuz. Aynı işlem gece 02.00 sularında vardığınız Yunan sınır şehri Pythion'a geldiğinizde Yunan polisi tarafından tekrarlanıyor. Bu noktada Selanik'ten, İstanbul'daki ile aynı saatte kalkan trenin gelmesini bekleyebiliyorsunuz bazen birkaç saat boyunca. Çünkü burada makinistler trenleri değiştirerek evlerine dönüyorlar. Gece 04.00 gibi uyuklamanın dibine vurduğunuz bir sırada Yunan Makedonya'sına resmi girişin yapıldığını müjdeleyen trenin ilk silkinmesi ile yüzünüzde yorgun bir tebessüm canlanıyor. Saat 05.00 gibi artık yorgunluktan uyuduğunuz için Aleksandroupoli'yi pas geçebiliyorsunuz. Ama sabah erken saatlerde yüzünüze vuran Yunan güneşi uyanmanıza sebep olduğunda Komotini'ye çoktan varmış oluyorsunuz. Kayalık Rodop Dağları'nın arasında Komotini, Xanthi ve Drama derken saat de 11.00'i bulmuş oluyor. Siz sıcaktan ne yapacağınızı şaşırıp "Allah'ım nereye düştük" diye düşünerek pamuk tarlalarını seyrederken kondüktörün kendi odasında zulalayıp el altından sattığı biralar imdadınıza yetişiyor. Muhabbet, sohbet derken saat 14.00 sularında Selanik'e varıyorsunuz.

Bu yolculukta dikkat edilmesi gereken önemli bi nokta var: 2010'da bu yolculuğa çıkarken bize bu güzergahta eş zamanlı ve karşılıklı olarak iki tren çalıştığını, ve dolayısıyla Sirkeci'den kalkan trenin bir gün Yunan bir gün ise Türk treni olduğunu söylemişlerdi. TCDD treninin içinde camları kapalı ve klimalı şekilde yatan insanları Pythion'da makinist değişimi yapılırken gördüğümde kesinlikle bu yolculuk için bir gün feragat edilip Türk treni beklenmeli diye düşündüm. Size tavsiyem bi gün de bekleyecek olsanız aceleniz yoksa Türk trenini bekleyin.

Belgrad (SRB) - Bar (MNE)

Doğu Avrupa'nın kalesi Belgrad'dan Karadağ'ın  Adriyatik şeridinde yer alan liman şehri Bar'a yakın tarihte yaptığım yolculuğu da en unutulmaz tren yolculuklarım arasında sizle paylaşmak istiyorum. Özellikle Interrail ve Balkan Flexipass sahiplerinin, "Balkanların Monaco'su" olarak tabir edilen Budva ve Kotor'a yapacakları yolculuk için binmek zorunda oldukları yaklaşık 10 saatlik bu tren yolculuğu kimilerine angarya gelse de yola çıktığınızda fikrinizin değişeceğinden adım gibi eminim. Bu yolculukta tavsiye edeceğim en önemli nokta "biz interrailcıyız rezervasyon da neymiş?" diye 3 euronun hesabını yapmamanız ve yerinizi rezerve etmeniz; zira özellikle yaz aylarında Sırplar eski alışkanlıkları olan Karadağ'a inme sevdalarından hala vazgeçmemişler ve trenler diğer interrailcıları da hesaba katarsak full çekiyor ve ayakta bile yer bulmakta zorluk çekiyorsunuz.

Gelelim güzergaha... Adriyatik Riviera'sında bulunan ve birçok kola sahip Dinar Alpleri yolculuğun özellikle Karadağ kısmında inanılmaz manzaralar sunar yolcularına. Tren raylar üzerinde yavaş ve gürültülü bi şekilde ilerlerken siz sağınızda ve solunuzdaki muhteşem manzaranın tadını çıkarıyorsunuz. Tren, metrelerce uzunluktaki viyadükleri ve tünelleri birer birer aşarken adeta uçuyormuş hissine kapılırsınız. En uzun molanın verildiği Podgorica durağında yanınızda eşyalarınızı emanet edebileceğiniz biri varsa aşağı inip hemen peronda bulunan "burek"çiden 1 euro'ya doyurucu bir börek almanızı tavsiye ederim. Zaten yolun Podgorica'dan sonraki bölümü sanki roller coastera binmişsiniz havasında geçer. Siz "metrelerce yükseklikten 0 metreye nasıl inecek bu tren" diye hesap yaparken bu muhteşem manzaraya bir de deniz ve karşı taraftaki dalmaçya kıyılarına özgü adacıklar da renk katacaktır. En nihayetinde Bar şehrinin tren istasyonuna vardığınızda güzel sahilleri bulunan Budva'ya 1, Kotor'a 1,5 saatlik bir otobüs yolculuğunuz kalmıştır...

İlerleyen günlerde bu konudaki yazıma Talgo Express, Zagreb-Zürih-Cenevre, Norveç Fiyordları ve Helsinki-Lappland güzergahlarından bahsedeceğim. Arada başka sıkıştırmalar da yapabilirim.

30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun. =)



21 Ağustos 2012 Salı

Avrupa'da türk ehliyeti ile araba kullanma sorunsalı

Evet arkadaşlar, bu yazıda başlıktan anlaşılacağı üzere sahip olduğumuz ehliyetlerle ve Türkiye'de kayıtlı olan arabalarla yurtdışında nasıl seyahat edebileceğimizin cevabını vermeye çalışacağım kendime göre.

Öncelikle Türk ehliyetinin uluslararası geçerliliğinin sağlanması dendiğinde akla ilk olarak Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu gelmekte. Yani teoride bu kurumdan, istediğiniz zaman 2 fotoğraf ve sürücü belgenizle gidip, ücretini ödeyerek (300TL) aldığınız, bir yıl süreyle uluslararası geçerli olan Beynelmilel Sürücü Ehliyeti ile 200'e yakın ülkede araç kullanma hakkına sahip oluyorsunuz. Ayrıca Türkiye'de kayıtlı aracınız ile bu seyahati gerçekleştirmek isterseniz de aynı kuruma başvurmanız gerekmekte. Bunun için de size bir yıl geçerli Uluslararası Taşıt Belgesi ve geçerlilik süresi ödediğiniz ücrete göre değişen Uluslararası Trafik Sigortası (Green Card) verecekler. Bu belgeleri 2010 yılında Balkanlara yaptığım gezi sırasında edinmiştim. Çok kuyruk olmasa da beklemiştim bayram öncesi olduğu için. Açıkçası, Pazarkule Hudut Kapısı'nı geçtikten sonra belgelere bakan Yunan polisi dışında bu işten çok da haberdar olan bir yabancı polis olmadı. 8 günlük gezide sınır kapıları dışında bizi çeviren tek polis belgeleri anlayacak kadar İngilizcesi olmayan Makedon polisi idi; ben de açıkçası kendisiyle anlaşamamak için iyice salağa yattım. Hal böyle olunca dökümanların içinde ehliyete en benzer olan Türk ehliyetimi ve uluslararası ehliyette bu belgeyi tanıyan ülkelerin kısaltmalarının yazıldığı sayfada bulunan "MK" imini göstererek yoluma devam ettim. Yalnız, "Şöyle bir Kosova'yı görelim" diye Üsküp'ten yola çıkıp 1 saat sonra Kosova'nın sınır kapısına vardığımızda bir sürprizle karşılaştık. Kosovalı kıl gümrük polisi belgede Kosova'nın tanındığını gösteren herhangi bir ibareye rastlamadığını ve yabancı ehliyetle girmek isteyen her yabancı uyruklu vatandaş gibi bizim de 40 Euro karşılığı "ülkeye" giriş yapabileceğimizi söyledi. Biz de restimizi çekip tıpış tıpış "Makedonya'mıza" geri döndük.

Buraya kadar yazılanlar birazcık canınızı sıkmış olabilir; zira hesaplanacağı üzere kendi arabanızla yurtdışında kafanıza göre gezmek biraz maliyetli gibi gözüküyor. Ama şimdi yazacaklarım biraz yüreklere su serpebilir. Almanya, Fransa, İspanya, İtalya gibi Batı Avrupa ülkelerinde cebinizdeki Türk ehliyeti ile giriş yaptığınız günden itibaren 6 aya kadar araç kullanabiliyorsunuz (Test edildi, onaylandı. ;) Herhangi bir polis kontrolüne rastlamasam da araç kiraladığım Europcar ve Sixt firmalarının yetkilileri bu bilginin doğruluğunu onayladı. Keza Almanya'da danıştığım bilumum akraba, dönerci ve nargileci esnafa göre de bu gerçek. Tatmin olmayıp "O araba kiralayan kapitalist şirketlerin amacı zaten arabayı kiralamak, senin ehliyetinin geçerli olup olmaması onları çok da bağlamaz." demeyin çünkü ehliyetinizle ilgili bilgileri zaten aracı kiralama süresi içerisinde elinize verecekleri arabanın sizde olduğunu gösteren bir kağıt parçasına işliyorlar. Yani onlar açısından da bu akdin bağlayıcılığı var. Bu şekilde AB ülkeleri içerisinde herhangi bir problem çıkmadan 6 ay boyunca ehliyeti kullanabiliyorsunuz. Serbest dolaşım uygulaması sebebiyle farklı ülkelerde es kaza denk gelebileceğiniz kontrollerde de bir problem olabileceğini zannetmiyorum. Zaten bu bilgileri araç kiralama firmasında çalışan personelden de öğrenebilmeniz mümkün. 6 aylık geçerli olma olayının Rusya'da da mevcut olduğu Rusya'da araba kiralayan arkadaşlardan gelen bir bilgi.

Şimdi gelelim "6 ayı geçersek ne olacak?" sorusunun cevabına. Zaten 6 aydan uzun süreli ikametler için oturma izni belgesi almanız gerekiyor. Bu şey ehliyet ebatında pvc'msi bir şeyle kaplı bir belge. AB ülkelerinde pasaport yerine de geçiyor. Bunun başvurusu yabancılar dairesinden yanlış hatırlamıyorsam 100 Euro karşılığında yapılıyor. Bu ek bilgiyi bir kenara bırakırsak 6 ayı geçen oturumlarda Alman Polisi sizden yeni bir ehliyet almanızı istiyor. O da biraz "ölme eşşeğim, ölme!" dedirtecek cinsten, çünkü orada ehliyet prosedürü Türkiye'dekinden çok daha çetrefilli. Hem sarf edeceğiniz enerji açısından, hem de maliyet açısından bayağı pahalıya patlıyor.

Bu bilgiler ışığında tekrar "paralı uluslararası sürücü ehliyeti yaptırmak akıl karı mı?" sorusuna cevap verecek olursak, naçizane bilgim şu yönde. Yunanistan bu belgeyi sizden istiyor (6 Ay şartı koşmadan). Yani İpsala'dan veya Pazarkule'den Yunanistan'a girerken torpidoda beynelmilel ehliyetinizin bulunması lazım. Rüşvet, keyfi uygulama ve "işini bilme" olayının kol gezdiği Doğu Avrupa ülkelerinde "kesin bu belge gereklidir" diyemem (az önce bahsettiğim Kosova hariç) ama dediğim gibi polis kafasına göre kıllık çıkarıp gerekli olmayan bir belgeniz yok diye ceza kesmeye çalışabiliyor. Elinizde polisi korkutabileceğiniz güçlü bir kanıt olmasını isterseniz ve 6 aydan fazla yurtdışında kalma durumunuz varsa bu belgeyi alın.

Türkiye'deki ruhsatlı aracınızı yurtdışında kullanmanızın maalesef ehliyet gibi beleş bir metodu yok. Bunun için yukarıda bahsettiğim belgeleri Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu'ndan edinmeniz gerekecek.

Herkese iyi bayramlar diliyorum, kendinize iyi bakın.




17 Ağustos 2012 Cuma

Selam, Hello, Hallo, Salut, Привет, Ciao, Hola, Γεια σας

Selammm. İlk yazımda sizlere kim olduğumdan, neler yaptığımdan ve bu blogumu açma nedenlerimden bahsedeceğim. Öncelikle şunu vurgulamak istiyorum, bugün normal şartlarda 10.15'te AHL'ye inmesi gereken, içinde arkadaşımın bulunduğu New York uçağı 2.20 saat rötar yapmış olmasaydı, belki de bu blogu hazırlamak başka bir bahara sarkacaktı; zira ben kendisini karşılamak için çoktan metrobüse atlamış olacaktım. Yani tamamen kader kısmet işleri...

Neyse efenim, ben Ergin Asil. 23 yaşındayım. İstanbul'da oturuyorum. "Eşek bağlasalar" mezun olur dedikleri Boğaziçi İşletme 4. sınıf öğrencisiyim. Bundan daha önemlisi ve gurur verici olanı ise 2008 Kadıköy Anadolu Lisesi mezunu olmam. Diğer insanlara nazaran çok ekstrem özelliklerim yok. Belki önemli bir nokta şu olabilir, arkadaşların yalancısı olaraktan yabancı dillere karşı bir yeteneğim olduğu bilimsel olarak kanıtlanmasa da söyleniyor. İngilizce, Almanca, Rusça, Fransızca ve derdimi anlatacak kadar Yunanca biliyorum. Ayrıca biraz Rusça, biraz Sırpça karışımı ile Yugoslav bir vatandaşa karşı sarf ettiğim "tarzanca" cümleler, beni gören ve Yugo olmayan insanlardan "Abi, sen Boşnak mısın?", "Sırpça'yı nerde öğrendin?" gibi sorular gelmesine neden oluyor. Yurtdışında bazı bazı İspanyol zannedilsem de açıkçası orta boylu, esmer bir Anadolu insanıyım. Sokakta, eskiden "amca" derdik ne olduysa birden şimdi "dayı" dediğimiz, aslında tanımadığımız orta ve ileri-orta yaşlı insanları ilgilendiren bir husus da Giresun Şebinkarahisarlı olmam. Ey "dayılar" oturun blogumu okuyun da otobüslerde, parkta, vapurda olur olmaz, neden sorulduğuna bir anlam veremediğim şu "nerelisin?" sorusunu sormayın. Neyse "dayıları" kızdırmadan yazıya devam edelim.

Kim, ne, nerede gibi tek cevaplı soruları geçip neden sorusunu cevaplandırılması gerektiğinin farkındayım. Evet, neden bu blogu açtım, beni gaza getiren şey ne oldu, yazılarımda ne gibi konulara değineceğim? Aslında Erasmus'tan döneli 1 hafta olmadı daha ve birçok kişi bu blog'un bazılarının yaptığı gibi Erasmus anılarının bir derlemesi olacağını düşünebilir. Ama öyle olmayacak çünkü Erasmus'tan daha fazlasını Almanya'ya Erasmus'a gitmeden önce yaşamıştım zaten. 14 yaşından beri düzenli olarak çeşitli ülkelere siz deyin turistik, ben diyim kültürel birçok gezi yaptım. Kimisinde tek başıma sefere çıktım, kimisinde bir veya iki arkadaşımla - tek gezmemden asosyal olduğum veya bütün gezi boyunca kimseyle vakit geçirmediğim anlaşılmasın yalnız. Bu konularda arkadaş çevremde otorite kabul edilme noktasına geldim; zira kim ne zaman nereye gidecek olsa hangi şehre gitmesi, neleri görmesi ve ne gibi şeylere dikkat etmesi gerektiğinin bilgisini benden alırdı. Kendi arkadaş çevremin dışında da ablamın ve annemin arkadaşları, arkadaşların arkadaşları ve çeşitli ortamlarda bir araya geldiğim insanlar da benim bu konudaki birikimlerimden yararlanmak istediler. Ben de herkese daha efektif ve kapsamlı bilgi vermek adına önümüzdeki zamanlarda, okul ve çalışma temposunun izin verdiği sürece buradan gezdiğim ülkeler, yaptığım yolculuklar ve diğer birçok bilinmesi gereken şeyler hakkında bilgiler paylaşacağım. Yazdıklarımda bazen başımdan geçen olayları, bazılarında ise tamamen bir gezi sitesi tadında objektif bilgilendirmeye dayalı bir üslup takınacağım. Yazacağım yerlerin büyük çoğunluğu gezdiğim yerler ve yaptığım aktiviteler olacak ama bazen de kağıt üzerinde çok araştırmasını yaptığım ama gidemediğim, ama "Sor söyleyeyim" diyebilecek kadar bilgi sahibi olduğum konulara da değineceğim. Kesinlikle, buralara yazdığım şeylerde kimseye bir şey ispat etme derdinde değilim. "Yazdıklarım edebi açıdan nasıl olmuş, sofistike arkadaşlarım bu yazılara ne der?" diye hiçbir kaygı gütmeden, kimseyle yarış içersine girmeden sadece "bazı insanlara faydası olur ve bu kadar gezme boşa gitmez" diyerek vicdanımı rahatlatmak için yazıyorum. Benden daha kültürlü olanınız da vardır, daha çok gezmişiniz de, daha çok bileniniz de. Ben bildiğim kadarını yazıyorum. =)

Belki kendisi hatırlamaz "öyle mi yapmışım" falan der ama; ablamın arkadaşı Nazlı'ya, beni bu blog konusunda "gaza getirdiği" için teşekkür ederim. Ne kadar gezilerin çoğunu kendim finanse etsem de bana bu gezileri yapmam konusunda yaşattıkları maddi ve manevi refah sebebiyle aileme, ayrıca sağa sola gezmeye gitmem konusunda beni teşvik eden ve gezdiğim yerleri benim de masada olduğum akşam yemeklerinde çevredeki insanlara öve öve anlatan patronum Serdar Olak'a teşekkürü bir borç bilirim. En kısa zamanda yeni yazımla karşınızda olacağım. Arriverderci!